17/12/2015 09:24
MUSTAFA
ALP DAĞISTANLI
İbranice bir
kelime var, mutlaka Türkeçeye devşirilmesi
gereken: ‘chutzpah’ (hutspa). Birbiriyle ilgili bir dizi olumsuzluğu
birarada ifade eden
bir kelime bu: yüzsüzlük, arsızlık, küstahlık, yavuz hırsızlık, saldırgan
kibir, şımarıklık, hem suçlu hem güçlü olma, başkasını yok sayma… Kelimeyi
tarif etmek için verilen klasik örnek şu: “Anasanı babasını katledip
mahkemede kurban olduğunu söyleyerek merhamet dileyen adamın varoluş hali.”
Türkçeye neden
devşirilmesi gerektiğini düşündüğümü açıklamama gerek yok sanırım; ayakkabı
kutularında çıkan paralardan, yatak odalarında yatan çelik kasalardan sonra
söylenenleri, yapılanları hatırlayın yeter, MİT TIR’larında yakalanan
silahlardan sonra yapılanları hatırlayın yeter, Gezi için söylenenleri ve
yaratılan şiddeti hatırlayın yeter, Kabataş’taki‘çıplak-derili-kırbaçlı
Geziciler’i hatırlayın yeter, Haziran seçimlerinden başlayarak ortalığı savaş
alanına çevirip söylenenlere bakın yeter, 2009’da Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı
Şimon Peres’e “One minute”le araya girip “Siz çocuk öldürmeyi çok iyi
bilirsiniz” diye saydırdıktan sonra bu devletin benzer şekilde kaç çocuk
öldürdüğünü hatırlayın yeter (Şu link, cehennem tablosunu gösteriyor).
Bazı Yahudi
aydınlar (İsrail’de yaşayanlar da, dışarıda yaşayanlar da), İsrail’in
politikalarını ve tavrını bu kelimeyle niteliyor. İsrail devletinin ve Yahudi
lobisinin, bu politikaları ve bu varoluş halini en imkansız durumda bile
zeytinyağı gibi yukarıda tutma çabasını da ‘hutspa’ ile tanımlıyorlar.
İsrail’in, Filistin meselesinin yüz yıllık tarihini nasıl çarpıttığını
ikikereikidört netliğinde sergileyen Norman Finkelstein’in harika kitabı ‘Beyond
Chutzpah’ mesela.
Peres’in
verebileceği en iyi cevaplardan biri, ‘Bu konuda sizin de bizden
öğreneceğiniz bir şey yok maşallah’ idi, ama beriki Türkiye Başbakanı’ysa,
o da İsrail Cumhurbaşkanı’ydı nihayetinde, iğneyi kendine batıramazdı.
Kastım, Filistin
meselesiyle Kürt meselesini aynılaştırmak değil elbette. Fakat bir dakika!
Devletlerin en iyi bildikleri işlerden biri öldürmektir ve bu işi kendi
tekellerinde tutmak isterler; silahlı güçleri bunun için var.
Silah
teknolojilerinin bu kadar geliştiği, insanların büyük kalabalıklar halinde iri
şehirlerde yaşadığı bir ortamda bir muhalefeti, bir isyanı, sonuç olarak bir
sorunu silahla çözmeye kalktınız mı varacağınız yer bellidir: işgal altındaki
Filistin topraklarında olan şey. Şimdi Kürt illerinde devletin yaptığı şey,
İsrail’in Batı Şeria’da ve Gazze’de yaptığı şeyin aynısıdır. Şehri ablukaya
almak, bombalamak, bir yıkıntı haline çevirmek, sadece en öldürücü silahlarla
değil ideolojik ve psikolojik olarak da vahşetle ve gaddarlıkla donatılmış özel
birliklerle evlere dalmak…
İsrail deyince
aklımıza gelen ve İsrail’in de aklımıza gelmesini istediği şey neydi, bir
hatırlayın. Haksız olduğu bir davada kendisine karşı yapıldığını düşündüğü en
ufak bir hamleyi‘cevapsız’ bırakmamak. Bu zihniyetle pire için
Filistinlilerin yorganlarını kaç kere yaktı, yalan gerekçelerle şehirleri kaç
kere darmadağın etti, kaç cana kıydı… Bunu ihmal edilmemesi gereken bir
caydırıcılık görevi biliyor ve herkesin de bunu böyle bilmesini istiyor.
Ve artık biliyoruz
ki, Birleşmiş Milletler’in ‘seferber’ olmasına, görünürdeki barış
masalarına ve müzakerelerine rağmen İsrail bir çözüm istemiyor. Mevcut durumun
devamını istiyor. Mevcut durumun devamı da ancak ortada sürekli ama bir sonuca
ulaşmayacak ‘barış görüşmeleri’ masasının durmasıyla mümkün. Çözüm
demek, İsrail’in kaybetmesi demek çünkü. İşgal ettiği topraklarda açtığı yeni
yerleşimleri terketmek zorunda kalacak mesela…
Fakat İsrail
bunları uluslararası olarak tanınmış işgal altındaki topraklarda yapıyor, bir
işgal ordusu olarak (ve bunun hukukuna da uymuyor). Kürt illeri ise
uluslararası hukuk bakımından işgal altındaki toprak değil, ama AKP hükümeti
tam da böyle davranıyor, TC Devleti’nin silahlı güçleri bir işgal ordusu gibi
davranıyor, aynı İsrail gibi. Üstelik, bunu sadece Kürt illerinde de yapmıyor.
AKP, Türkiye ordusunu Kaçkar yaylalarında da işgal ordusu konumuna düşürdü…
Bu kadarla kalsa
iyi. Kimi analiz erbabı, Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinin ikinci bir
İsrail olacağı kabilinden şeyler yumurtlayıp durdu yıllardır. Kürtlerin
parıldatmak için uğraştıkları Kürt güneşi daha doğmadan bu güruhun gözünü kör
etmiş görünüyor. Kabaran örtülü ödenekle, MİT’in sınırlar dışına taşmasıyla,
iğrenç gizli operasyonlarla, sınırlar dışında çevrilen dolaplarla da geldiğimiz
yer şu: Ortadoğu’nun ikinci İsrail’i Türkiye’dir.
Başbakan Ahmet
Davutoğlu, sanki matah bir şeymişcesine temcit pilavı gibi tekrarlayıp
durduğu “Kimse bizim caydırıcılığımızı sınamasın” lafının ikinci
sınıf bir İsrail ağzı olduğunu fark edemeyecek kadar yelkenlerini şişirmiş
durumda. Cumhurbaşkanı zaten öyle.
Peki, o yelkenler
hangi havayla şişmişti? Evet, Osmanlı hortlatması psikolojisi, bir zamanlar iyi
giden ekonomi, bir zamanlar AB desteği, Tayyip Erdoğan’ın şişik mi şişik egosu,
yüzde 50’lik seçimler, iki kutuplu dünyadan boşanmış aktörler, vs yelkeni
şişirmede rol oynadı. Erdoğan’ın Batı’ya babalanmalarıyla, emperyal masada yer alma iddiası ve hevesiyle
kendini iyice gösteren o yelkenler, hiç müdahanesi olmayan Putin Rusya’sının
Batı’ya posta koyma şemsiyesi altında varolabilirdi ancak. Rusya, Türkiye’yi
destekledi veya Türkiye’nin arkasında Rusya vardı demek istemiyorum, bu
psikolojik şemsiye altında hareket ediyordu Erdoğan.
Yani, despotlukta,
medyanın ümüğünü sıkmakta, ‘milli irade’pehlivanlığında Erdoğangiller
sınıfına giren ve arkasında Rusya’nın engin yeraltı zenginlikleri ve nükleer
gücü olan Putin’in estirdiği rüzgarla şişmişti ‘yeni’ Türkiye’nin yelkeni ve
Rus uçağının düşürülmesiyle de yelkenler suya indi. Artık her şey daha zor
olacak.
Erdoğan’ın ve
Davutoğlu’nun aynı konuşma içinde hem hançeresini yırtacak kadar üst perdeden
hem de meleyecek denli yumuşak söz söyleme sanatı örnekleri vermesinin nedeni
sadece Rusya’nın ticari ambargolarının yaratacağı olumsuz etki değil, bu
psikolojik şemsiyenin altından çıkmış olması. Bu, fark edilmeyen, adı konmamış
bir psikolojik, ama ivme veren, uygun zemin hazırlayan atmosferdi. Erdoğan ve
Davutoğlu, ifade edilmemiş ama sindirilmiş bu psikolojik şemsiyenin kapandığını
hissetti. Erdoğan’ın aynı konuşma içinde hem “Uçağın Rusya’ya ait olduğunu
bilmiyorduk” hem de “Daha önce Rusya’yı ihlaller konusunda iki kere
uyarmıştık” (kimin uçağı olduğunu bilmiyorsan Rusya’yı iki kere uyarmış
olmanın mantığı nedir?) diyecek zekayı göstermesi de bu yüzden. (Mesela 28 Kasım
Burhaniye konuşması).
Ve sınırı ihlal
etti diye uçak düşüren Türkiye’nin Irak’a tanklarla girmiş olması, daha önce
gönderdiği birlikleri takviye etmesi, Irak’ın askerlerin derhal çekilmesi
talebi varken ve ABD de Bağdat’ın onayı olmadan asker göndermenin yanlış
olduğunu söylerken Başbakan Davutoğlu’nun dün gece de o silahlı gücün
uluslararası anlaşmalar uyarınca orada bulunduğunu söylemesi
yine ‘hutspa’ ile açıklanabilir.
Uluslararası Af
Örgütü’nün verilerine göre 52 kere sokağa çıkma yasağı ilan etmiş olan,
kentleri ablukaya alıp döven AKP hükümeti şimdi yine Türkiye’nin batısı havaya
bakıp ıslık çalarken Cizre’de, Şırnak’ta, Silopi’de İsrail taktikleri
uyguluyor. Devlet, ‘sivil vatandaşların zarar görmemesi amacıyla’ sokağa
çıkma yasağı uyguluyor, ‘yasağa vatandaşların uyması, kendi can ve mal
güvenlikleri yönünden önem arz etmekte olduğu’nu söylüyor, sonra da evleri
basıyor. Evlerine, bodrumlara sığınanlar “Lütfen yardım edin, bizi
öldürecekler” diye feryat ediyor.
Hükümet, ‘teröristler’i
son ferdine kadar ‘temizleyeceğini’söylüyor. AKP’nin/devletin asla
kazanamayacağı, en iyi ihtimalle daha da İsrailleşeceği bu savaşta böbürlenerek
sergilediği bu‘kararlılık’, çözüm istemiyorum demekten başka bir şey değil. Bu
yeni Hendek Savaşı’nın yarattığı manzara ve sınır ötesinde oluşmasına yardım
ettiği cehennem asıl hendeğin Türkiye olduğunu gösteriyor ve bu devlet uzun
yılların verdiği alışkanlıkla bu büyük hendeği cesetle doldurmaya amade. AKP
zihniyetiyle‘Büyük/Güçlü Türkiye’, İsrailleşmekten başka bir kapıya çıkmaz;
mevcut cehennemin genişlemesi ve katmerlenmesi demektir bu. Hendek böyle bir
Türkiye’dir işte; içine katliamların, yolsuzluğun, kalitesizliğin, baskının,
sansürün, kadın ve iş cinayetlerinin, doğa ve tarih katliamlarının, ırkçılığın
doluştuğu.
Bize ‘düzayak,
çivit badanalı’, eşit, adil, kardeşçe… iki, üç daha fazla ülke lazım.
Hey, havaya bakıp
ıslık çalan Kürt-olmayanlar, eğer
bu müstebit bir gün başkan olacaksa, Kürtlerin başkanı olmayacak. Ama size
müstehak olacak.
Kulağa bir küpe de
müstebite: Koçi Bey, 1631’de, gaddarlığıyla meşhur Sultan IV. Murad’a yazdığı
ünlü risalesinin ‘Reaya Fukarasının Ahvali Beyanındadır’ bölümünde
şunu hatırlatır: “Küfür ile dünya durur, zulüm ile durmaz.” Ve durmadı.
