Friday, January 11, 2013

Haluk Gerger


YAZMAK...

Yıllar önce, bir CIA operasyonu sonucu Fujimori diktatörlüğü tarafından tutsak alınmış Komünist Partisi önderi Dr. Abimael Guzman’a uygulanan insanlık dışı tecridi kırma uğraşının bir parçası olarak uluslararası heyetlerle iki kez Peru’ya gitmiştim.  
Size başkent Lima’da yanımda oraları bilen dostla tanık olduğum bir sokak toplantısını anlatmak istiyorum. Bir genç, küçük meydandaki kuytuda etrafına toplanmış 20 kadar insana olabildiğince sessizce Parti’yi, yeni kararlarını, eylemlerini anlatıyordu. Biri, kimbilir bir işçi, Lima’ya göç etmiş köylü ya da işportacı, araya girmişti aniden: “Parti terör uyguladı halka, sağa sola bombalar konuldu...” Öfkeli sözleri adeta patlıyordu gecenin karanlığında. Genç, saygılı, ölçülü, soğukkanlı, “kuşkusuz Parti’nin de bu zorlu savaşta hataları oldu. Biz hatalarımızdan dersler çıkarıyoruz. Ama unutmayın ki, gerilla kıyafeti giymiş devlet güçleri ve korucular da yaptıkları pek çok katliamı Parti’nin üzerine yıktılar” diyerek bu türden bazı kıyımlardan örnekler vermeye başladı. Bir başkası ise şöyle itiraz etti bu sefer: “Bütün bunları halka anlatmalıydınız.” Genç adam buna da şöyle yanıt verdi: “Haklısınız. Parti’nin gazetesi varken bu nisbeten kolaydı, orada yazıyorduk ama gazete kapatılınca bu olanağı da yitirdik.”
İşte o sırada beni çok etkileyen bir başka itiraz geldi guruptan. Nisbeten yaşlıca biri, kendikendine konuşur gibi, yanıbaşımda neredeyse fısıldadı: “Neden duvarları kullanmadınız…”
“Neden duvarları kullanmadınız?..” Sıradan emekçinin gerçek bilgiye olan ihtiyacı ve onu her koşul altında bilgilendirme görevi ve sorumluluğu ancak bu denli etkili, özlü, yalın ifade edilebilirdi. 
Gerçekleri, gerekirse dağa taşa, yazmanın tarihsel sorumluluğu, yazma eyleminin yaşamsal önemi, bilgi ve haber edinme hakkının su kadar, ekmek kadar kutsallığı…
Yeniden yazmamı istediğinde arkadaşlar bu olayı hatırladım.
Sonra da kalemleri… Bana verilen kalemleri…
1995’te cezaevine görüşe gelen ve ayrılırken kalemini “sana bunu getirdim” diyerek veren ziyaretçim… Bochum’da “sen yeter ki yaz…” diyerek kalem tarayıcı hediye eden DHP’li dostum Veli… Bir telefon numarası yazmak için aldığım kalemini iade ederken “sende kalsın, daha iyi kullanırsın” diyen Devrimci Demokrasi gazetesi satan emekçi genç… Darmstadt’tan Türkiye’ye dönerken vedaya kalem hediye getiren Kürt öğrenciler… Kitabımı imzalatıp sonra da “lazım olur, bizim için de yazarsın” diye kalemini masada bırakan MLKP’li işçi…
Ve, 1999 yılında, ben ayrılırken, bu gazetenin, “bizi bırakma” diye yazan Kürt okuru...
Ve nihayet Kürtleri düşündüm... 
Yeni umutların enginliklerinde, binbir türden ölümcül tuzaklarla kuşatılmış, yola devam ediyor Kürtler. Geleceğin aydınlığına yürürken kara bulutlar üşüşüyor tepelerde. 
Düşündüm; değil mi ki, Kürtler her yandan kuşatılmış ve tehlikede...
O zaman akan sular durur.
Durmalı da...Durdu da...
Şimdi öyle zamanlar.
Akan suların durduğu, yüklerin bu sayfalarda da yeniden yüklenilmesi gereken zamanlar.  
Elimden başka ne gelir ki...
Her Cuma bu siperde buluşmak üzere...