 |
| Lavrov-Kerry anlaşması ve vekillerin hezimeti |
Lavrov-Kerry
anlaşması Suriye’de yaşananların açık bir vekalet savaşı olduğu
gerçeğini ortaya koyduğu gibi ‘asılların’ da ‘vekillerin’ de adresini
göstermiş oldu.
Suriye’deki kimyasal silahların geleceği konusunda sağlanan
Lavrov-Kerry anlaşması, uluslar arası medyada ve siyasi çevrelerde
‘kazananlar-kaybedenler’ tartışmasına neden oldu.
Gerekçeler, ayrıntılar ve analizler farklı olsa da Lavrov-Kerry
anlaşması sonrasında, kazananlar tarafında yer alan aktörler; Amerika,
Rusya ve Suriye yönetimi olarak sıralanıyor.
Bu süreçten Amerika’nın zaferle çıktığına delil oluşturan ayrıntılar şöyle:
1- Amerika, işbirliği yaptığı muhaliflerin Suriye yönetiminin
devrilmesi halinde bile barışçı ve istikrarlı bir geçiş sağlayabilecek
yeterlilikte olmadığını gördüğü için iç savaşın kontrollü bir şekilde
uzamasından yana.
Çünkü bu sayede hem tek kurşun atmadan İsrail karşısındaki en önemli
Arap bariyerini içerideki vekilleri aracılığıyla çökertiyor hem de tek
Dolar harcamadan Direniş eksenin bölgedeki moral desteğini sıfıra
indirebilecek bir propaganda üstünlüğü elde etmiş oluyor.
2- İç savaşı kontrolden çıkarma riski taşıyan ve İsrail’in güvenliğini
tehdit eden en önemli faktör, Suriye’deki kimyasal silahlardı. Suriye
yönetimi, 2012 yılının temmuz ayında kimyasal silahlara sahip olduğunu;
ancak bunu sadece bir dış saldırıya karşı kullanabileceğini açıklayarak[1] dış müdahale konusunda bir caydırıcılık mesajı vermişti.
3- Suriye ölçeğinde uluslar arası düzeyde oluşan ‘Soğuk Savaş’ dengesi,
buradaki kimyasal silahların BM aracılığıyla ve yasal yollardan ortadan
kaldırılmasını imkansız hale getirmekteydi. Dolayısıyla da Suriye
yönetimi devrilse de ‘Pirus zaferi’ kazansa da bu ülkedeki kimyasal
silah varlığı ABD müttefikleri ve çıkarları açısından bir tehdit olmaya
devam edecekti.
Tehdidi fırsata dönüştüren ABD zaferi
Amerikan yönetimi, yukarıda sıralanan şartların yarattığı tehdidi, 21
Ağustos’taki Doğu Guta olayı sayesinde bir fırsata dönüştürdü.
Obama yönetimi, kimyasal saldırıdan sorumlu tuttuğu Suriye’yi tek
taraflı olarak cezalandırma kararı aldı; ancak iç kamuoyunda ve uluslar
arası düzeyde yeterli destek olmadığını gerekçe göstererek kendi
yetkisinde olan müdahale kararını Kongre’ye bıraktı.
Kararın Kongre’ye bırakılması, ABD yönetimine savaş masrafına girmeden
diplomasi yoluyla istediği sonucu elde etmesi için zaman kazandırmış
oldu. Obama yönetiminin en hararetli savaş yanlısı ismi John Kerry,
Suriye yönetiminin kimyasal silahları teslim etmesi halinde saldırıdan
kurtulacağını[2]
‘ağzından kaçırıverdi’, Kerry’nin bu ‘gafı’ Rusya tarafından bir çözüm
önerisine dönüştürüldü, Şam öneriyi kabul etti ve Lavrov-Kerry
anlaşmasıyla da Amerika savaş masrafına girmeden istediğini elde etmiş
yani ‘zafer kazanmış’ oldu.
Rusya’nın manevra sınırı
Kerry-Lavrov anlaşmasının Rusya adına bir zafer olduğu kanısı çok daha
yaygın. Bu kanıyı destekleyen verileri de şöyle sıralamak mümkün:
1- Rusya, Amerikan askeri müdahalesinin Suriye yönetimini devirecek
kapsamda olmasa bile, sahadaki savaş dengesini yönetimin aleyhine
bozabileceğinden kaygılıydı.
Çünkü sahadaki güç dengesinin Suriye yönetimi aleyhine bozulması,
siyasi çözümün konuşulacağı 2. Cenevre Konferansı’nda ABD ve
müttefikleriyle onların Suriyeli vekillerinin elini güçlendirecek bir
gelişme olacaktı.
2- ‘Uluslar arası hukuk’, ‘1. Cenevre bildirisi’ ve siyasi çözüm
vurgusuyla başından beri Suriye yönetimine destek olan Rusya, hele de
kimyasal silah gibi menfur bir konuda Suriye’ye yönelik korumacı tavrını
BM dışına taşımaya hazır değildi.
Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ABD’nin müdahale
ihtimalinin güçlü bir şekilde söz konusu edildiği günlerde Suriye için
savaşa girmeyeceklerini[3] belirterek bunu ortaya koydu.
3- Suriye için ABD ile savaşmayı göze almadığına göre, İngiltere’nin BM’ye sunduğu karar taslağını bloke eden Rusya’nın[4] Suriye konusundaki manevra alanının diplomasiyle sınırlı olduğu açıktı.
Kerry’nin ‘gafı” üzerinden kazanılan Rusya zaferi
Obama yönetiminin kendi yetkisindeki bir kararı Kongre’ye bırakması
sebebiyle sergilediği ‘zayıflık’ ve G-20 zirvesindeki ‘yalnızlığı’,
Rusya’nın diplomatik alanla sınırlı manevra gücünü arttıran gelişmeler
oldu.
ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin ‘gafını’, resmi bir ziyaret için
Moskova’da bulunan Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’e bir çözüm
önerisi olarak sunan Rusya, ardından da bunu bir çözüm planına
dönüştürerek savaşı önlemiş oldu.
Lavrov-Kerry anlaşmasının detayları Rusya’nın diplomasi yoluyla elde
ettiği bu zaferin sadece savaşın önlenmesiyle sınırlı olmadığını da
ortaya koyuyor.
Zira Lavrov-Kerry anlaşması, kimyasal silahların Suriye Cumhurbaşkanı
Beşşar Esed’in görev süresinin sona ereceği 2014 yılı ortalarına kadar
imhasını[5] öngördüğü için 2. Cenevre Konferansı kapsamında da hem Moskova’nın hem de Şam’ın elini güçlendiriyor.
Öte yandan anlaşma, kimyasal silahların imhası konusunda herhangi bir
görüş ayrılığının yaşanması halinde konunun BM’ye getirilmesini
öngördüğü[6] için zahiren ABD’nin tek taraflı müdahalesinin önünü de almış oluyor.
Dolayısıyla da Rusya, hem savaşa girmeden müttefikini saldırıdan
koruduğu, hem 2. Cenevre Konferansı’nın gündemden düşmesini engellediği
hem de çözüme ulaştıran tüm süreçleri kendisi hazırladığı için zafer
kazanmış oluyor.
Suriye yönetiminin şartları ve imkanları
Lavrov-Kerry anlaşmasından ‘zaferle’ çıktığı belirtilen üçüncü aktör
ise Suriye yönetimi. Suriye yönetiminin ‘zaferine’ dair gerekçeleri
destekleyen ayrıntılar ise şunlar.
1- Amerikan askeri müdahalesi, Kusayr bölgesini kontrol altına alıp
silahlı grupların Lübnan’la olan bağlantısını keserek savaş cephelerinde
hissedilir bir üstünlük elde eden Suriye yönetimi açısından ciddi bir
risk oluşturuyordu.
Çünkü yönetimi devirebilecek kapsamda olmasa bile Suriye ordusunun hava
gücünü mühimmat depolarını hedef alacağı açık olan Amerika’nın askeri
müdahalesinin cephelerdeki durumu ordunun aleyhine çevirmesi riski söz
konusuydu.
2- 2012 yılının temmuz ayında dış müdahaleye karşı bir caydırıcılık
sağlamak açısından kimyasal silahlara sahip olduğunu gizlemeyen Suriye
yönetimi, kimyasal silahları içeride kullanmadığını ispat edebilecek ne
fiziki ne de psikolojik şartlara sahipti.
3- Uluslar arası alanda zaten büyük ölçüde yalıtılmış olan Suriye
yönetiminin ABD müdahalesini engelleyebilecek askeri gücü de
müttefiklerini kendisiyle birlikte savaşa ikna edebilecek siyasi gücü de
bulunmuyordu.
4- Cephedeki güç dengesinin Suriye yönetiminin aleyhine dönmesinin, tek
sığınak olarak gördüğü siyasi çözüm müzakerelerini de Şam’ın aleyhine
çevireceğinden kuşku yoktu.
Şam’ın kardan zarar eden siyasi ‘zaferi’
Suriye yönetimi, Rusya’nın çözüm önerisini kabul ederek kimyasal silah
kullandığı yönündeki suçlamaların da buna dayalı geliştirilen dış
müdahale tehditlerinin de önünü almış oldu.
2012 yılı temmuz ayında dış müdahaleye karşı caydırıcı bir koz olarak
açıkladığı kimyasal silahlarının bir dış müdahale gerekçesi haline
geldiğini gören Suriye yönetimi, egemenliğini zaten içeriye karşı
kullanmayacağını söylediği etkisiz elaman hükmündeki bir silahı teslim
ederek korumuş oldu.
Böylece Şam, iç savaşta kendisi için hiçbir değer taşımayan bir silaha
karşılık, halkını ve kendisini ‘kimsenin durduramayacağı’ bir savaşın
yıkımından kurtararak ‘zafer’ kazanmış oldu.
Vekillerin hezimeti
Suriye yönetiminin kimyasal silah kullandığı iddiası, 2012 yılının aralık ayından itibaren gündeme sokulmaya başlandı.
1- Amerika, Türkiye, İsrail ve Ürdün arasında aralık ayı başında
yapılan bir toplantıyla Suriye’deki kimyasal silahlar gerekçe
gösterilerek bir işbirliği kombinasyonu oluşturuldu.[7] İlerleyen süreçlerde İngiltere, Fransa, İsrail ve Türkiye Suriye yönetimini kimyasal silah kullanmakla suçladı.
2- Mart ayında Suriye ordusunun kontrolü altında bulunan Halep’in Han
el-Asel kasabasına kimyasal silah saldırısında bulunulduğunu öne süren
Suriye yönetiminin talebi üzerine 18 Ağustos’ta Şam’a geldi.
3- ABD liderliğindeki ‘Dostlar Grubu’ tarafından Suriye halkının
temsilcisi olarak tanınan muhalifler, Suriye yönetiminin 21 Ağustos’ta
Doğu Guta’da kimyasal silah saldırısında bulunduğunu iddia etti. Bu
iddia Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan, İngiltere ve Fransa tarafından
desteklendi.
4- ABD yönetiminin BM denetçilerinin incelemesini ve raporunu
beklemeden müdahale kararı alması üzerine BM denetçileri, sadece 21
Ağustos’ta kimyasal silah saldırısına uğradığı öne sürülen Doğu Guta’da
inceleme yapabildi.
5- ABD’nin İngiltere ve Fransa gibi Batılı müttefiklerinin müdahaleye ortak olacakları sinyalini verdiği günlerde; İsrail[8], Türkiye[9] ve Suudi Arabistan[10]
gibi bölgesel müttefikleri müdahalenin kapsamı üzerinde taleplerde
bulunmaya başladı, ‘Dostlar Grubu’ tarafından tanınan Suriyeli
muhalifler ise “Büyük taarruz için müdahale”[11] beklediklerini açıkladı.
Ancak müdahale sürecine yaptıkları tüm katkılara rağmen; İngiltere,
Fransa, Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan ve Özgür Suriye Ordusu’nun
hissesine Lavrov-Kerry anlaşmasından hiçbir zafer nasip olmadı.
Çünkü Anlaşma, Rusya ile ABD’nin uzlaşması ve Suriye yönetiminin kabulü
sayesinde gerçekleşti, diğerlerinin fikri bile sorulmadı.
Bu durum, Suriye’de yaşananların ‘halkın rejime karşı verdiği bir
özgürlük mücadelesi’ değil, açık bir vekalet savaşı olduğu gerçeğini
ortaya koyduğu gibi ‘asılların’ da ‘vekillerin’ de adresini göstermiş
oldu.
|
|