03 Ağustos 2012 Cuma
Umur Talu
Baskın, çatışma, kuşatma… “Yine şehitler, ölü ele geçirilenler, etkisiz hale getirilenler”.
Kuzey Irak’a gireriz… Suriye’ye gireriz…
Diye diye sürekli kendi topraklarında savaşan bir devlet var.
Hep “sınır ötesinden” denen sorunun önce “sınır içi”nde olduğunu kabul etseniz, çözüm sınırlarınızın da sandıklarınızdan ibaret olmadığını bulursunuz.
“Sınır ötesinde” de bulduğunuz sadece “kendi teröristleriniz” değil; bölgeye yayılmış bir halk.
İBARET OLSAYDI
“Kürt meselesi” 30 yıldır söylenegeldiği üzre “terör sorunundan ibaret” olsaydı, sadece “teröristler” olurdu; bir de halklar var.
Onca kanın, yurdun her yanına yayılmış acıların, 50 bin insanın kaybının, sıvasız hanelerin çocuklarını eriten o ateşin, insanların en temel haklarını çiğnemiş şiddetin, kıt kanaat kaynakları yutarak yoksulluğu derinleştiren fırtınanın ötesinde…
Halk sorunu, millet sorunu, devlet sorunu, anayasa sorunu, rejim sorunu.
İnsanlık sorunu.
Hem Kürtler için, hem Türkler için.
Bölgedeki her halk için.
DEĞİŞMEZ Kİ
Türkiye bir yandan komşuların “dikta” rejimlerine karşı “ittifaklar”a atıyor kendini…
Bir yandan da, o “dikta” rejimleri erirken varlıkları daha net ortaya çıkan halkların kimliğinden rahatsız oluyor.
Her devletin her zaman “öteki Kürtler”i bir diğerine karşı kullandığı doğru. Tersi de.
Bölge devletlerinin, İsrail’in, ABD ile Rusya’nın (Sovyetler’in) politikaları doğrultusunda, çeşitli Kürt örgütlerinin bir ötekiyle rekabete girdiği, devletlerle çatışmalar ile uzlaşmalar arasında salınıp durduğu, kendi halklarını da acıdan acıya sürüklediği doğru.
Bunları taktik, strateji, oyun vesaire diye izah edilebilir.
Ne olursa olsun şu değişmez:
Burada ve oralarda “halklar” var!
Sizin bu “halklar”a karşı iradeniz nasıl şekillenecek; o “halklar”ın iradesi ne olacak?
Halkların birbirine karşı iradesi nasıl şekillenecek?
MÜCADELE
Şöyle bir şey de varsayıp sorun kendinize:
Tutun ki…
“Terör” denen yöntemlerle sürekli savaş, şiddet ortamı yaratan, size göre büyük tabanı olmayan; nihayetinde “bölünme” istemeyen, esasında bu yangın ortamını sürdürmek isteyen bir hareket…
Veya “terör”ü reddeden, barışçı ama özünde ayrılıkçı; apayrı bir devlet veya federatif oluşum talep eden ve halk desteğine sahip siyaset.
Şimdi “mücadele”nizin adını daha net koyabilirsiniz:
Terörle mücadele mi?
Bir kısım halkın siyasi tercihiyle mücadele mi?
BAŞARI
30 yıldır devlet politikalarına hakim olan, bazen “Realiteden Bask modeline… Demokratikleşmeden açılıma… Diyarbakır’dan geçen yoldan Oslo’ya” kadar farklı telaffuzu olmuşsa da, hep “terörle mücadele” ekseninde bir tahayyül ile tasavvur mevcut.
Ama bu başarısız oldu.
“Terör” dediğini önlemekteki başarısının tartışmalı hali bir yana…
“Bir kısım halk”ın siyasi tercihlerinin derinleşmesini (kendince) önlemekte başarısız oldu esas.
Yine çelişkili biçimde; kendini adadığı (ABD ve NATO) Ortadoğu projeleri de bizatihi o başarısızlığını şiddetlendirdi.
Ele güne, konu komşuya “demokrasi ve kimlik politikası ihracı”nda antrepo olmuşsanız, ama sahte ama hakiki, o demokrasi veya özerklik taleplerinden sizin toprağınıza da düşer!
KAÇ KUŞAK?
Kaldı ki, sadece fitne fesat, oyun-kara koyun meselesi de değil.
Bütün dünya tarihi boyunca olan bu:
Tarih var. Coğrafya var.
Konjonktür ne olursa olsun…
Zaman var, mekân var; o zaman ve mekâna yayılmış yerleşik “halklar” var.
Neyi reddederseniz reddedin; bunu reddedemiyorsunuz.
Reddetseniz de var çünkü!
Önemli olan, burada (Türk ve Kürt ve başkaları da tabii) ve orada, her halkın, her insanın haysiyetini, hayatını ve hayatiyetini koruyacak, nihayetinde kardeşlik de tesis ve tecil edecek siyasi sentezi bulmak!

