Yildirim Turker
28 MAR 2013
Keje Bemal, bir
Rehabilitasyon Merkezi’nde karşılaştığı 13 yaşındaki Sibel’e soruyor.
“-Kürdçe
konuşmayı biliyor musun?
·
Hayır.
Kürdçe pis bir dildir!
·
Kürdçe
neden pis bir dildir Sibel?
....
·
Yani
mesela okulda konuşunca arkadaşlarınız sizinle konuşmuyor. Sizi öğretmene
söylüyorlar. Herkes bizimle dalga geçiyor. Neden öğrenmemişsiniz Türkçeyi
diyorlar. Arkadaşlarım benimle dalga geçtiği için bende artık istemiyorum
Kürdçeyi. Pis bir dil!
·
Peki
annen baban Kürdçe mi konuşuyor evde?
·
Evet.
·
Sen
eve gittiğinde annenle Kürdçe mi konuşuyorsun?
·
Şey
Hocam ben artık asla Kürdçe konuşmak istemiyorum! Pis ve kötü bir şey. Kürdçe
konuştum diye bana “deli” diyip buraya gönderdiler.
·
Peki
annen Kürdçe konuştuğu için sence deli mi? Pis bir kadın mı?
·
Yok
Hocam ama şey… Evde konuşuyor o. Okulda Kürdçe konuşursan pis! Onun için ben
konuşmak istemiyorum.”
Bemal, içine
kurt düşmüş araştırmacılardan. İstanbul’un varoşlarındaki rehabilitasyon
merkezlerini gezerek yöneticileriyle ve çocuklarla konuşuyor. Uygarlık
iddiasındaki dünyayı sarsacak bir uygulamayı faş ediyor. Türkçe bilmeyen Kürt
çocuklarının derslere adapte olamadıkları için rehabilitasyon merkezlerine
gönderildiğini, bu çocukların oralarda da kırmızı kurdele yerine ‘zeka
geriliği’ raporuyla onurlandırıldığını öğrenmiş oluyoruz.
Milletvekili
Levent Tüzel, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın cevaplaması için TBMM
Başkanlığı’na bir soru önergesi verdi. Tüzel, “Bakanlık, öğrencilere yapılan
tanımın ne olduğunu, bu merkezlerde kaç çocuğun olduğunu belirlemeli. Bu konuda
bir Meclis araştırma komisyonunun açılmasına ihtiyaç var” diyor.
Helalleşmenin
sağaltıcı kollarında barış rüyasına yatmış bir ülkede başlanması gereken nokta,
çocukların yürekleridir. İlk iş
çocukları okşayarak edilir barış yeminleri. Her 30 yılda bir insan
hayatlarından bilançolar çıkararak helalleşmeye oturmak istemiyorsak yaralı
çocukları kucaklayıp artık çocukların yaralanmaması için seferber olmalıyız.
Çocuklar, yaralarımızın taşıyıcılarıdır. Anasının konuştuğu dilden korkan
çocukların kuracağı barış kalıcı olmaz.
Utanmazlıkta
sınır tanımayan gazeteciler (ustg)
Gürleyerek, esip
savurarak, kasıp kavurarak geliyorlar. Bir çığ gibi büyüyorlar. Ama içlerinden
biri, gerçekten de rakiplerine fark atıyor. Kendisi, üstelik bir zamanlar okur
temsilcisi olarak görev yapmış ve o zamanlar besbelli susuzluğundan otlayamamış
bir USTG. Hasan Cemal’i işten çıkarmış bir zat. Zamanımızın ruh gibi kahramanı.
Basın tarihine de bu rütbeyle geçeceğini biliyor olmalı.
Helalleşme
arsızı olmuş bir camiadır, necip Türk basını. Birbirinin kuyusunu kazan, birbirini ihbar eden, evini bastıran, işinden ettiren, kara
çalan güç budalaları bir arada, kol kola, geçici ittifaklar halinde geçinir
giderler. Bir yılda beş kere helalleşmiş olanları vardır. Laçka olmuş şahsiyet
yoksunları, kendi yedikleri herzeleri de başkalarının herzelerini de unutuverirler.
Milliyet’in
sonradan görme demokratı da bu laçkalığa güveniyor besbelli. Pişkinlik yolunda
çabalıyor, zamanın ruhuna yakarıyor ama Özkök’ün sivilcesi olabilir ancak. Şu
bölümü birlikte okuyalım. Mantık burkulması, ahlak sürçmesi, dil zaafı ve benzeri
hasarlara bir bakalım:
“Hasan Ağabey’in
yazamaz duruma düşürülmesinde ‘gazete yönetimini’ suçlayanlar, İmralı
zabıtlarını yayımlayarak ‘editoryal bağımsızlık’ ilkesine sonuna kadar sadık
kaldığımızı nedense unutuyorlar.
O haberi
yayımlarken, ne gazetemizin sahibi Erdoğan Demirören’e ne de Ankara’daki
hükümet yetkililerine sordum. (Aferin.)
Hasan Cemal,
salı günü yazılarına başlayacaktı.
Başbakan’a yanıt
ve ‘medyadaki sermaye yapısını’ sorgulama konusundaki ısrarı nedeniyle,
yayımlamadım. Erdoğan’a yanıtını zaten 2 Mart’ta vermiştik. Erdoğan
Demirören’le ilgili tercihimizi ise aylar öncesinde topluca yapmıştık. Kürt
meselesinin çözüm süreciyle medyada yüzyıllık kavram olan ‘sermaye yapısı’
tartışmasının herhalde zamanı değildi! (Bekçi Murtaza)
Yazıyı
basmadığımdan sayın Demirören’in sonradan haberi oldu! (Peki gözleri doldu mu?)
Hasan Cemal, o
yazıda ısrarın gazeteyle ‘vedalaşmak’ olacağını biliyordu. (Senin sonun
olacağını da biliyordu muhtemelen)
Çünkü
gazetecilikte mesleki etik kadar, gazeteci-yayıncı ilişkilerini tanımlayan ‘iş
etiği’ de geçerlidir.
Yayın yönetmeni
olarak o ilkeyi gözetmek de görevimdir ve Milliyet’in logosunda ‘Basında güven’
yazmaktadır.
Hasan Cemal her
zaman sevgi ve saygıyla anacağımız meslek ustamızdır.
Veda ve teşekkür
yazısında belirttiğim gibi köşesi gelecekte de kendisine açık olacaktır. (Hangi
gelecekte?)”
Kendi geleceğini
garanti altına almış olduğuna inanıyor. Gelecekte de kapıyı ben tutacağım
nasılsa, demiş oluyor.
Şahsen
kendisiyle asla helalleşmeyeceğimi belirtmek istiyorum. ‘Helal olsun’ u nereden
işitmişse oraya gitsin.
Bu Cumartesi 418. kez Galatasaray’dayız
90’lI yıllarda
bu topraklarda egemen olan devlet terörü ana akım medya tarafından perdelendi. Yakılan köyler, devletin
yurttaşlarını öldürmek için kurduğu çeteler,
ölüm kuyuları, toplu mezarlar, işkencede ölenler, infaz edilenler,
gözaltına alınarak kaybedilenler büyük medya için haber değeri taşımadı.
Sesi
susturulanların sesi olmak, işlenen insanlık suçlarını teşhir etmek için bir
avuç gazeteci yaşamlarını ortaya koyarak mesleklerini icra ettiler. Gerçeği
topluma ulaştırma mücadelesi verirken işkence gördüler, bombalandılar, infaz
edildiler, gözaltında kaybedildiler. O gazetecilerden biri de Özgür Gündem
Gazetesi’nin 19 yaşındaki Urfa
muhabiri Nazım Babaoğlu’ydu. 12 Mart 1994 sabahında Anadolu Ajansı Muhabiri
Murat Yoğunlu Özgür Gündem Bürosu’na “Çok önemli bir haber var, bir muhabiriniz
mutlaka Siverek’e gelsin “ diye telefon etti. Bu telefon üzerine Siverek’e
giden Nazım orada gözaltına alınarak dönemin DYP Urfa Milletvekili Korucubaşı
Sedat Bucak’ın evine götürüldü ve kaybedildi.
Tüm yasal
girişimler sonuçsuz kaldı. Hukuk işletilmedi. Anne Makbule Babaoğlu, 19 yıldır,
19 yaşındaki oğlu Nazım’ı arıyor.
418.
buluşmamızda “ Halkın hakikati öğrenme
hakkını savunurken kaybedilen Nazım Babaoğlu’nu unutmayacağız! Onu aramaktan
vazgeçmeyeceğiz!” diyeceğiz.
Sizi de hakikate
sahip çıkmaya, mektubuyla aramıza katılacak Makbule Babaoğlu’nun sesine ses
katmaya çağırıyoruz.
İnsan Hakları
Derneği İstanbul Şubesi
Gözaltında Kayıplara
Karşı Komisyon
Bilgi notu: 2011
yılında Erzurum E Tipi Cezaevi’nden Aydın Sevinç isimli şahıs, JİTEM için
çalıştığını ve JİTEM’in talimatı ile 1994 yılında Özgür Gündem gazetesi
muhabiri Nazım Babaoğlu’nu katlettiklerini itiraf eden bir mektubu Urfa Barosu’na gönderdiği
ortaya çıktı.
Dicle Haber
Ajansı’nın (DİHA) ulaştığı mektupta, Sevinç, “1993 yılında ‘Hırsızlık Çetesi’
adı altında kendimizi tanıtarak JİTEM için çalışıyorduk. O dönemde JİTEM’in
talimatıyla Urfa
nüfusuna kayıtlı Nazım Babaoğlu isimli yurttaşı kaçırdık, infaz ettik, cesedini
de gömdük” diye yazıyor.