Mehmet Serim
YDH- Gazeteci
Mehmet Serim, Suriye’de yaşanan son siyasi ve askeri gelişmeleri Suriye’deki
gözlemleriyle değerlendirdi.
YDH-Gazeteci
Mehmet Serim, Suriye’de yaşanan son siyasi ve askeri gelişmeleri Suriye’deki
gözlemleriyle değerlendirdi.
Kendilerine “Suriye
halkının dostları” adını veren gurubun önde gelen isimlerinin Roma’da
yaptıkları toplantı sonrası gelişmeler daha da hızlandı. Esad’ı devirme
çalışmaları şimdi daha “derli toplu” bir yapıya kavuştu.
1- ABD (Roma toplantısı sonrası) muhaliflere (öldürücü
olmayan) silah ve maddi yardımda bulunacağını açıkladı.
2- Katar, Suriye’nin büyükelçilik binasını Ulusal
Koalisyon’a devretti (1 Mart).
3- Muhalifler Rakka’ya girdi (5 Mart)
4- Katar, Suriye’nin Arap Birliği koltuğunun
Ulusal Koalisyon’a verilmesini önerdi (6 Mart).
5- İngiltere ve Fransa, AB onaylamasa bile
muhaliflere silah yardımı yapacaklarını açıkladı (14 Mart).
6- Ulusal Koalisyon “başbakan” seçti (19 Mart)
7- Halep’te kimyasal silah saldırısı oldu (20
Mart)
8- Obama, İsrail’i (ve ardından) Filistin’i,
Ürdün’ü ziyaret etti (20 Mart)
9- Türkiye’de “mazruf” açıklandı ve “yeni süreç”
başladı (21 Mart)
10- Suriye’nin en büyük dini otoritesine
suikast düzenlend (21 Mart)
11- Obama, İsrail’den İran’a nükleer mesaj
yolladı ve İsrail’i İran konusunda serbest bıraktığını açıkladı (21 Mart)
12- İran buna karşılık “Tel Aviv ve Hayfa’yı
yerle bir ederiz” dedi (21 Mart)
13- İsrail, Türkiye’den özür diledi, Erdoğan da
özrü kabul etti (22 Mart)
14- Lübnan başbakanı Necip Mikati istifa etti
(22 Mart)
Yukarıdaki
maddeleri biraz açmaya çalışalım.
ABD
liderliğindeki bloğun silahlandırma tartışmalarının başladığı ilk günlerden bu
yana kameralar önünde yaptıkları açıklamalar aslında malumun ilanı.
Çünkü zaten
Suriye’de daha olaylar başlamadan önce gerekli hazırlıklar yapılmış, silahlar
gönderilmiş ve bunları kullanacak insanlar eğitilmişti. (Markab kalesi
örneğinde olduğu gibi)
Suriye güvenlik
güçlerinin gösterilere sert karşılık vermemesi halinde bunlara gerek
kalmayacaktı. Sert karşılık verilmesi halinde ise “daha fazla ölümün önüne
geçilebilmesi için” (insani sorumluluk numarası!) silah gönderilmeye
başlanacaktı. Daha doğrusu içerideki silahlar ortaya çıkarılacak ve sanki yeni
gönderilmiş gibi gösterilecekti (Bender – Fetman planı).
İçerideki
silahlı grupların ve silahların yeterli olmadığını gören batı, süreç icinde bir
yandan dünyanın her tarafından savaşçı, el-Kaide türü yapı ve militan, diğer
yandan yeni silah gönderdi. Türkiye, Lübnan, Ürdün, Irak sınırlarında
yaşananları dikkatli okuyucular bilir.
Ancak tüm bu
çabaya rağmen şu ana kadar Suriye yönetimine karsı kesin bir başarının elde
edilememiş olması Rusya’ya karşı alınan diplomatik yenilgiye eklenince Batı
bloğu Roma’da, mücadeleyi (gelişmelerin üzerine eklemleyerek) “resetleme”
kararı aldı.
Roma toplantısı
sonrası verilen daha somut hareket edileceği mesajlarının altında yatan sebep
budur.
Daha derli toplu
yürütülmeye çalışılan bu çalışmalar, iki ana başlık altında toplanıyor: siyasi
ve askeri.
Askeri kısmına
yukarıda kısaca değinmeye çalıştık. Bu kısmı daha sonra tekrar açmaya
çalışacağız.
Siyasi kısmında
ise muhaliflerin beceriksizliği, Batı – Körfez – Türkiye bloğunun muhalif
oluşturma çabalarının iflası belirleyici oldu. (Nitekim bu yazı yazılırken
önceki yazımızda “medya için iyi bir malzeme olmaya devam edecek” dediğimiz
el-Hatip’in istifa haberi geldi)
(Halk nezdinde)
Suriye yönetimi ayarında bir muhalif yapı oluşturulamayınca gecekondulaşmaya
gidildi. İlk taşı Katar koydu ve Suriye’nin DohaBüyükelçiliği binasını Suriye
Ulusal Koalisyonu temsilcisine teslim etti.
Katar bununla
yetinmedi ve Suriye’nin Arap Birliği’ndeki koltuğunun Koalisyon’a verilmesini
önerdi. Arap Birliği içindeki görüş
ayrılıklarını göz önüne alacak olursak “dayattı” demek daha doğru olur aslında.
Ardından Koalisyon’a “hükümet oluşturun koltuğu kapın” mesajı verildi.
Tam bu günlerde
olayların başından bu yana görece sakin bir süreç yaşayan Rakka’nın “tamamen”
muhaliflerin eline geçtiği iddia edildi. Burada amaç “psikolojik olarak”
yönetimi, halkı ve orduyu etkilemekti. Muhaliflerin “ilk defa” bir şehir
merkezinin tümünü ele geçirdiği propagandası yapıldı.
Üç Kürt
İstanbul’da
birkaç kez ertelendikten sonra (nedeni sonradan anlaşıldı) Ulusal Koalisyon
kimsenin tanımadığı (Ancak ABD’nin çok yakından tanıdığı belli olan) Gassan
Hito’yu “başbakan” seçti.
Bir başka gelişme
de Halep’te yaşandı. Uzun bir süredir Batı dünyasının istediği ülkeye elini
kolunu sallayarak girebilmek için tüm zamanların en geçerli gerekçesi olan
kimyasal silah kullanımı konusunda yeni bir aşamaya girildi ve Obama’nın İsrail
ziyareti öncesi kimyasal silah saldırısı yapıldı. Hem Obama çok hassastı bu
konuda hem de İsrail!
Suriye’ye
baskının hem de Obama “yanı başındayken” artırılması için daha güzel bir hamle
düşünülemezdi.
21 Mart Nevruz
bayramında ise Türkiye’de Öcalan’ın mektubu okundu ve yeni sürece girildiği
ilan edildi. Bu süreç, Suriye’deki olaylar sırasında Kürtlerin fiili özerklik
ilanı ile Türkiye tarafına çevrilen Kürt silahının Suriye tarafına çevrilmesi
hedefini de taşıyor.
Aynı günün
akşamı, Suriye’nin önde gelen din alimlerinden Ramazan el-Buti bombalı suikast
sonucu hayatını kaybetti. Bu, olayların başından bu yana rejim ile çok barışık
olmasa da “Suriye’nin bütünlüğü için” halkı devletin yanında hareket etmeye
teşvik eden önemli bir figürün yok edilmesi ile birlikte Kürtlere de bir
mesajdı.
Türkiye ve Batı
ile birlikte hareket eden iki Kürt öne çıkarılmış, karşı çıkan bir Kürt ise
öldürülmüştü.
İki ortaklık
Hemen ardından
Obama, Ortadoğu planlarının önünde engel olarak gördüğü, İsrail Türkiye
ilişkilerindeki (sözde) bozulmayı ortadan kaldırmak için adım attı ve
Netanyahu’ya baskı yaparak özür dilemesini sağladı.
Böylece bölgesel
bazda iki yeni “geçici iş ortaklığı” kurulmuş oldu: Erdoğan – Kürtler, Erdoğan
– İsrail ortaklıkları.
Askeri açıya
tekrar dönelim:
Suriye ordusunun
“gayri nizami harp” karşışında zorlandığı bir gerçek. Ancak muhalifler de şu
ana kadar herhangi bir yerleşim merkezini tamamen ele geçirebilmiş değiller.
Şam’da kırsalın
belli bölümleri (sivil neredeyse hiç kalmadı) sürekli bombalanıyor. Halep’te
bazı mahalleler tamamen muhaliflerin elinde bazılarında iki tarafın çatışmaları
sürüyor. Kalan kısım ise devletin elinde.
Halep kırsalında
özellikle Türkiye sınırı boyunca birçok yer muhaliflerin kontrolünde.
İdlib
taraflarında Cebel el-Zaviye ve Cisr eş-Şuğur hattında muhalifler etkili; ancak
merkez ve diğer yerler için aynı durum söz konusu değil.
Humus’ta Suriye
ordusu ile muhalifler arasında Lübnan sınırındaki Tel Kelakh ve Kusayr’da
çatışmalar sürüyor. Suriye ordusu tekrar Bab-ı Amr’a giren militanları buradan
çıkarmayı başardı.
Rakka, Deyr
ez-Zor gibi yerlerde şehirlerin belli bölümleri muhaliflerin kontrolü altında
ve çatışmalar sürüyor.
Kürt - yoğun
bölgelerde durum Kürtlerin lehine. Buralarda Kürt – ordu çatışması yok. ÖSO –
Kürt – Nusra Cephesi 2’li, 3’lü çatışmaları oluyor zaman zaman.
Dera ve Kuneytra
taraflarının ise önümüzdeki günlerde yeniden ısınacağı belirtiliyor.
ABD’nin
Obama’nın ziyaretinde 200 milyon dolarlık “yardım” sözü verdiği Ürdün’de
eğittiği binlerce militanla birlikte ABD ve bazı Batı ordularına bağlı
birliklerin “muhaliflerin üniformaları ile Suriye’ye gireceği ve savaşacağı”
dile getiriliyor.
Diger yandan bu
saldır başladığında Türkiye tarafından da aynı şekilde yabancı askerlerin
Suriye topraklarına girebileceği konuşuluyor.
Eğer bu senaryo
gerçekleşirse Suriye’ye iki taraflı cephe açılacak demektir.
Birinci cephe
Ürdün sınırı – Dera cephesi. İkinci cephe Türkiye sınırı – Kuzeydoğu cephesi.
Öcalan – Erdoğan
geçici iş ortaklığının ilk meyvesi, PKK’nın Suriye içindeki savaşa katılması
olabilir. (Diğer görüş ise PKK’nın Türkiye’de çıkabilecek herhangi bir aksilik
olasılığına karşı kendini yormayacağı.)
Netanyahu ise
zaten Erdoğan’dan “Suriye’de devam eden gelişmelerden dolayı” özür dilediğini
açıklamakla siyasi desteği vermiş oldu (ortak düşmanımız olmasaydı özür
dilemezdim demek istedi). Golan tarafında yaşanan son küçük çaplı çatışma ise
İsrail’in Suriye’ye saldırmakta tereddüt etmeyeceğini gösterdi. İsrail’in bunu
yapmak için büyük bahanelere ihtiyacı olmadığı da biliniyor.
Lübnan’da ise
Mikati’yi istifaya götüren süreç sadece iç siyasi gelişmelere bağlanamaz.
Mikati’nin istifası ve seçimler ile ilgili kaos ile birlikte içeride devam eden
selefi tahrik sürdüğü sürece Hizbullah’ın bu cepheleri açılırsa Suriye’ye olası
bir yardım için zamanı da olmayacak, imkanı da. Mikati’ye istifa baskısı
yaptığı söylenen ABD’nin niyeti Hizbullah’ı Lübnan ile sınırlı tutmak.
Kuzey doğu ise
yeni “Bingazi” denemesi için merkez olacak gibi görünüyor. Kürt Hito Kürtlerin
yoğun olduğu bölgelerde ne kadar sempati ile karşılanacak bilinmez; ancak bu
bölge yeni hükümetin merkezi olarak düşünülüyor. Bu aşamadan sonra bazı ülkeler
bu hükümeti ve çizeceği hayali sınırları tanıyabilir. Sonrasında ise buraya
ABD, İngiltere ve Fransa silah yağdırmaya başlayabilir.
“Suriye’de iç savaş” değil, “Suriye içinde” Savaş
Bizim Suriye’de
devam eden süreç ile ilgili tanımlamamız “Suriye’de iç savaş” seklinde değil
“Suriye içinde savaş” şeklinde. Bu savaşta şu ana kadar cephe oluşmamıştı.
Ancak eğer yukarıdaki senaryo gerçekleşirse “doğu – batı” savaşı yaşanabilir.
Bu tabii ki sadece Suriyelilerin kendi aralarındaki bir savaştan çok daha geniş
kapsamlı olacak.
Suriye ordusunun
bugünlerdeki hazırlığı da sanırız bu yönde. Önce Şam taraflarında kontrolü
sağlamak, daha sonra (bugünlerde devam ediyor) Humus’ta kontrolü tamamen
sağlamak ve doğu’ya yönelmek. Humus hem muhalifler için hem de yönetim için çok
önemli. Çünkü ülkenin her anlamda tam ortasında yer alıyor.
Zaman zaman
krizin sonuna doğru gidildiği açıklamalarına rağmen durumun daha da karmaşık
bir hal alması Suriye’de gelişmeleri akışına bırakmak istemeyen ABD bloğunun
yeni girişimlerinden kaynaklanıyor.
Siyasi
diyalogun, toplumsal barışın dile getirildiği her seferde, her uluslararası
toplantı öncesinde yaşanan olaylar, yapılan açıklamalar, eylemler bunu
gösteriyor.
Zaman daralıyor
Türkiye, Suriye
ve Lübnan’daki gelişmeler, yapılan son açıklama ve hazırlıklar Suriye için
savaşın Suriye ile sınırlı kalmayabileceği senaryolarının ortaya çıkmasına
sebep oluyor.
Esad’ın,
Rusya’nın, İran’ın son günlerde baş döndürücü bir hızda yaşanan gelişmeler
sonucu ortaya çıkan yeni dengelere göre bir sürprizi var mı?
Bunu hep
birlikte göreceğiz.