Ece Temelkuran
insanın da eşyanın da huylusu güzel. Huyu olacak. O kapı ancak şöyle açılacak, tutup çekerek, tek sen açabiliyor olacaksın. Bu sehpa ancak şuraya dayanınca düzgün duracak, çünkü vaktiyle onu öyle kanadı kırık bırakan bir şey olmuş olacak, unutmak istemediğin bir şey. Bu fincanın muhakkak bir küçük kırığı olacak ağzında, hep ayarlaman gerekecek içerken. O çantanın bir cebi delik olacak, hep aklında tutman gerekecek hangisiydi. O paltonun cebinde bir mürekkep izi olacak, dalgın bir günün, açık unutulmuş bir kalemin hatırası. Koltukların kollarında bir çocuğun resim çalışmaları olacak, elbette sabit kalemle yapılmış. O ayakkabı burnunda, bir gün öfkeyle atılmış bir tekmenin mührünü taşıyacak.
Belalı...
Huyu olacak, izi olacak. Eşyanın da insanın da. İnsan dediğin de yani mesela, şu krem rengi koltuk takımları gibi olmayacak. Belalı olacak. Kadını da erkeği de. Hayır, "arıza" değil, lüzumsuz tiyatrolu, hezeyanlı değil. Öyle bir moda var şimdi, genç kadınlar bilhassa "arıza" oluyor filan, çok havalı gibiymiş gibi falan. Öyle değil. Gerçek bir iz olacak. Gerçek bir iz olduğunda çünkü, saklamak istersin, tıpkı palto cebindeki mürekkep izi gibi. Kaçınmak istersin, tıpkı fincanın ağzındaki kırık gibi. Öyle yani, bir tuhaf, değişmez huyu olacak insanın. Yara izi olacak mesela, muhakkak. Kadını da erkeği de. Tıpkı palton, fincanın ve eski sehpan gibi, insanı da işe yaradığı için değil, o huyu bir tek sen bildiğin için seveceksin. O kapıyı bir tek sen açabildiğin, o kapıdan içeri girebildiğin gibi.
Sentez
Hayat kocaman bir şey, ha? Ne dersiniz? Aslında kocaman. İçinde Kraliçe Elizabeth var, Che var, milyonlarca ölmüş insan var, trilyonlarca kahraman, katrilyon macera. Senin bir önemin yok yani, yaptığın yanlışların ise yok değerinde ehemmiyetsiz. Ama sonra küçük şeyler var işte, minnacık izler, eşyanın ve insanın izleri. Hayat bu akıl almaz büyük ile gözle zor görünür küçüklük arasında bir denge. O büyüklüğü akılda tutup o küçük şeyleri görebilmekle ilgili bir "sentez".
Bir denge var. Apaçık yaşadıklarımızla sadece bizim bildiklerimiz arasında bir denge. Herkesin izlerken kederli diye düşündüğü senin büyük filminde sadece senin gördüğün küçük bir sahne. Diyelim ki bir kedinin daldan düşmüş çiçekle oynayıp oynayıp sonra dönüp giderken çiçek kendini takip edebilirmiş gibi şüphelenip şüphelenip geri dönüp bakması gibi komik bir an. Kimsenin görmediği gülüşünle herkesin gördüğü ağlamalar arasında bir yerdesin sen. Ama birazcık daha kendi gülüşünde...
Bilmezler
Kimse bilemez. Evet evet kimse bilemez. En yakınındaki bile. Senin dengen nerede kuruluyor, göremez. Çok başarısız, çok hüzünlü, çok zor görünen hayatında sadece senin küçük, görünmez gülümsemelerinden, kendine yaptığın aptalca şakalardan oluşan ve senin aslında yürümeni sağlayan dengeyi kimse göremez. O çiziklerle dolu koltuğu niye cilalatmadığını... O kapıyı niye tamir ettirmediğini... Niye hala o fincan, niye hala o palto, niye hala o ahmak adam/kadın... Bilmezler, bilmesinler de zaten. Çünkü hayat seni kimsenin görmediği bir yerde. Hayat, bir huy. Bir iz. Hassas bir denge. Ayakkabının burnunda bir tekme izi.
Düşünüyorum da, bir yerden bakıldığında her şey güzel aslında. Sadece senin bildiğin bir yerden ama...