“Gestapo”nun
girmediği ve sızmadığı makam ve mekân, izlemeye ve sorgulamaya
alamayacağı kurum ve kişi yoktu. Bunun için herhangi bir suçun işlenmesi
veya kanıt bulunması gerekmiyordu ve aranmıyordu. Zaten gerek
Almanya’da gerekse Nazi işgali altındaki öteki bütün ülkelerde açıkça Führer’den yana olmayan, ona en ufak bir eleştiri yönelten bütün kişi ve kurumlar “potansiyel suçlu” ve “vatan haini” sayıldıklarından, “Gestapo”nun yetkileri de sınırsızdı. Ortada bir suç bulunmasa bile, geliştirilen işkence ve baskı yöntemleri sayesinde her türlü “işlenmemiş suç”un kanıtını sağlamak çok kolaydı.“Gestapo”nun
en duyarlı ve dikkatli olduğu kurumların başında ilkokuldan
üniversiteye kadar bütün eğitim kurumları geliyordu. Daha Hitler
iktidara gelmezden önce, 1930 yılında oluşturulmasına başlanan ve 14
yaşından itibaren bütün Alman gençlerini kapsamayı hedefleyen “Hitler Gençliği” (“Hitlerjugend”) adlı örgütün de yardımıyla “Gestapo”,
eğitim kurumlarında gençleri her an izliyor; ana babaları, en
yakınları, hocaları, öğretmenleri, sınıf arkadaşlarını ve komşuları da
dahil olmak üzere, açıkça Hitler’den ve Nazilerden yana olmayan herkesi
derhal “yetkililere” ihbar etmeyi öğrencilere birincil vatanseverlik görevi olarak belletiyordu. Bu arada aynı görev, “sakıncalı”
gördükleri öğrencileri açısından bütün hocalar ve öğretmenler için de
bir yükümlülüktü. Böylece daha yeniyetmelik yaşlarında bulunan birkaç
kuşak Alman genci, en ideal vatanseverliğin yolunun ancak böyle bir “muhbir kimliği”nden geçebileceği bilinciyle yetiştirildi.Savaşın bitiminden Nazilerin “korku imparatorluklarının” yıkılmasından sonra, damarlarına yıllar boyu muhbirliğin o korkunç zehrinin akıtılmış olduğu kuşakları bu zehirden arındırabilmek çok, ama çok zor oldu.
Ülkemizde tam da yeni bir eğitim yılının hazırlıklarının yapıldığı şu günlerde, ne demek istediğimi bilmem anlatabildim mi?
19 Ağustos 2013 - Cumhuriyet