Friday, June 27, 2014

'Başbakan 'görüştüm' dedi, IŞİD duydu, Başkonsolos'un telefonuna el koydu'

Can Dündar: ‘Şahsen başta kendim olmak üzere’ Başbakan’ı tebrik ediyorum

Cumhuriyet gazetesi yazarı Can Dündar, Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu basıldığında Başkonsolos Öztürk Yılmaz’ın cep telefonunun alınmadığını, IŞİD’in telefona Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Şahsen başta kendim olmak üzere başkonsolosumuzla da görüştüm” ifadelerinin ardından el koyduğunu yazdı.
Can Dündar, “Konuştuğum diplomat, bunu duyduğunda saçını başını yolduğunu anlattı. ‘Şahsen başta kendim olmak üzere’ Başbakan’ı tebrik ediyorum” dedi.
Can Dündar’ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (27 Haziran 2014) nüshasında yayımlanan “Kadrolu Kedinin Burgazada Mesaisi”  başlıklı yazısının ilgili kısmı şöyle:

‘Rehin başkonsolosun telefonunu kim ele verdi?’

IŞİD’in Musul’daki Türk konsolosluğunu basıp 49 görevliyi rehin almasının üzerinden 15 gün geçti.
Hatırlayacaksınız Erdoğan, olaydan iki gün sonra “Tereyağından kıl çeker gibi hallederiz” demişti.
Kıl, zorlu çıktı. Halledemediler.
Geçen sürede sadece medyaya yayın yasağı getirerek rezaletin üzerini örtebildiler.
Rezaletin bir başka boyutunu geçenlerde bir diplomattan dinledim.
IŞİD, konsolosluğu bastıktan sonra başkonsolosun üzerini aramamış.
Ve onda bir cep telefonu kalmış.
Bu sayede Ankara ile haberleşip bilgi alışverişi yapıyorlarmış.
Ta ki Başbakan’ın Rize konuşmasına kadar...
O gün Erdoğan, eşsiz Türkçesi ile aynen şöyle dedi:
“Şahsen başta kendim olmak üzere başkonsolosumuzla da görüştüm.
” IŞİD, başkonsolosun üzerindeki telefondan bu itirafla haberdar olmuş.
Konuştuğum diplomat, bunu duyduğunda saçını başını yolduğunu anlattı.
“Şahsen başta kendim olmak üzere” Başbakan’ı tebrik ediyorum.  

Thursday, June 26, 2014

Demirtaş: İhsanoğlu'na önyargılı değiliz


Demirtaş: İhsanoğlu'na önyargılı değiliz26/06/2014 09:34
HDP'nin Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanlığı seçiminde birinci hedeflerinin ilk turu geçmek olduğunu, geçemezlerse İhsanoğlu'na önyargılı olmadıklarını vurguladı.
HDP’nin Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, kendisi ve partisi henüz resmen açıklamasa da cumartesi günü Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan sonraki 2’nci cumhurbaşkanı adayı olmaya hazırlanıyor. HDP’nin o gün yapılacak ilk Parti Meclisi toplantısı öncesinde Hürriyet Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek'e konuşan Demirtaş, Cumhurbaşkanlığı seçiminde birinci hedeflerinin ilk turu geçmek olduğunu, geçemezlerse İhsanoğlu’na önyargılı olmadıklarını vurguladı. “Tayyip Bey halktan gelmiş olabilir ama devlet oldu artık. Kullandığı dil kutuplaştırıcı. Cumhurbaşkanlığı makamında da bu üslubu devam ettirirse sonuçları daha ağır olur” diyen Demirtaş, şunları dile getirdi:
ASLOLAN BİREY OLMALI
Kampanyamız süresince elbette ki ‘toplumsal barış’ mesajı çok önemli olacak. Toplumun kendi arasında Sünni-Alevi, Kürt-Türk gibi bir gerilim olduğuna inanmıyoruz. Toplumun devletle arasında gerilim var. Bunlar devletin işleyiş mekanizmasından ve resmi ideolojisinden kaynaklı gerilimlerdir. O nedenle Çankaya’ya, hükümete, halkın bütün kimliklerini, inançlarını, yaşam tarzını esas alan, eşit olan bir anlayış hakim olursa toplumsal barışın çok kolay sağlanacağını düşünüyoruz. Bu nedenle zaten adaylık meselesinde ‘İlk defa Çankaya’ya halktan birini aday göstereceğiz’ diyoruz. Tayyip Bey halktan gelmiş olabilir ama devlet oldu o artık. Ekmeleddin Bey de devleti temsil ediyor. 2 aday için de devletin bekası her şeyden önemlidir. Cumhurbaşkanı işi, tek başına devletin bekası olamaz. ‘Devlet için millet, haklar, özgürlükler feda edilir’ gibi bir anlayış günümüz devlet yönetimi anlayışına kesinlikle terstir. Asıl olan halk, birey, insan olmalı. Devlet de onun hizmetkârı, hizmetçisi olmalı. Adayımızın diğer 2 adaydan devlete bakış açısı itibariyle böyle bir farkı olacak. Onlar devlete hiç dokunmadan, devleti hiç değiştirmeden, sistemi eleştirmeden, işleyişe toz kondurmadan Çankaya’ya çıkmak isteyecekler. Bu da temel farkımız olacak.
BOYKOT GÜNDEMDE YOK
Birinci turu geçmeyi düşünüyoruz. Bizim adayımızın göstereceği başarı, birinci turda cumhurbaşkanı seçimini engelleyip ikinci tura kalmasına yol açabilir. Çünkü 2 aday yarışırsa ilk turda sonuç alınır. Fakat üçüncü bir adayın çıkması zaten başlı başına dengeleri bozar. İkinci tura kalmayı bir sürpriz olarak değerlendirmeyiz. Adayımız ikinci tura kalabilir. Boykot gibi bir durumu tartışmıyoruz. Böyle bir seçenek üzerinde durmuyoruz. Hiç kimse hakkında önyargı kurmamak lazım. Tayyip Erdoğan hakkında toplumun ve bizlerin de bir yargısı var.
MHP ÇİZGİSİ OLURSA YARIM OY ALAMAZ
Ekmeleddin Bey tanınmıyor. Bir cumhurbaşkanı makamında ne yapacak, nasıl bir performans sergileyecek, nasıl bir çizgiyi esas alacak bunu bilmiyor. Bunu bilmeden peşin hükümlü konuşmak yanlış olur. Tabii sadece Kürt sorunu değil. Nasıl bir devlet? Özgürlükçü bir devleti mi savunuyor? Statükocu bir devleti mi savunuyor? MHP çizgisinde bir devlet yönetimi anlayışını savunacaksa peşinen söyleyebilirim ki tabanımızdan 1 tane değil, yarım tane oy alamaz. Ama yok CHP ’yi de MHP’yi de aşan özgürlükçü bir mesele ile devlet yönetmeyi esas alacağını, bunun taahhütlerini, garantilerini, güvenini topluma verirse halkı etkileyebilir. Bizim bu konuda peşin verilmiş kararımız yok. Biz öncelikle ikinci tura kalmak için uğraşacağız. Ekmeleddin Bey, şu veya bu çizginin adamıdır diyebileceğimiz bir durumda değil, siyasi olarak hiçbir performans göstermemiş, çalışması yok. Bu Türkiye gibi bir durumda dezavantajdır. BDP seçmeni açısından en büyük handikap, MHP’nin de adayıdır. Yoksa Ekmeleddin Bey’e karşı durum şu anda nötr görebildiğimiz kadarıyla. BDP seçmeni, bu aşamada neden MHP’nin gösterdiği bir adayı desteklesin ki? Hiçbir mantığı yok. Ekmeleddin Bey bunu kendi çabasıyla kırar mı? Bunun için de önyargılı olmayacağız. Makul, mantıklı, çözüm üreten bir çizgi ortaya koyarsa tartışmaya değer görürüz.
BİZİMKİ OLMAZSA HALK SEÇMEYECEK
Çatı adayı 2 genel başkan belirledi. Halkın adayı değil. Tayyip Erdoğan da zaten kendi kendini belirliyor. O da halkın adayı değil. Bizim adayımız bütün bu çevrelere danışılarak, önerileri, destekleri alınarak belirleniyor, kimsenin atamasıyla değil. Bizim adayımız dışında hangi adaya oy verilirse verilsin cumhurbaşkanı halkın seçimi olmayacak. Oylar Kılıçdaroğlu’na, Bahçeli’ye ve Tayyip Erdoğan’a verilmiş olacak. Adayımız Çankaya’ya çıkarsa her şeyden önce Türkiye’de toplumsal barışı sağlama açısından en büyük avantaj yakalanmış olacak. Tabiri caizse Türkiye ilk defa kendi içerisinden, sokaktan, mahalleden bir arkadaşını, kardeşini Çankaya’da gördüğü için ilk defa halk, devlete ortak olduğunu hissedecek. Bu Kürt sorununun çözümünü kolaylaştırır, PKK’nin silahsızlanma sürecini hızlandırır.
BAŞBAKAN KUTUPLAŞTIRICI
Başbakan’ın kullandığı dil, politika , kucaklayıcı değil kamplaştırıcı, kutuplaştırıcı. Kürt sorununu çözüyorum derken bile kamplaştırıyor toplumu. Kürt’ü ve Türk’ü, kendi içinde kamplaştırıp birbirine düşürüyor. Cumhurbaşkanlığı makamında da bu üslubu devam ettirirse sonuçları daha ağır olur. Böyle bir makamda bulunan bir kişi, toplumu germeye, kutuplaştırmaya devam ederse, hem çözüm süreci başlı başına büyük bir riske girer hem de toplum gerçekten artık patlar. Umut ediyoruz ki cumhurbaşkanlığı makamının ağırlığına denk, kucaklayıcı bir Tayyip Erdoğan profili oluşur.
ÇÖZÜM YASASI SEÇİMDEN BAĞIMSIZ DESTEKLENMELİ
HÜKÜMETİN TBMM’ye sevkettiği 7 maddelik Kürt Sorununa Çözüm Paketi’nin cumhurbaşkanlığı seçiminden bağımsız ele alınması ve desteklenmesi gerektiğini söyleyen Demirtaş, şöyle konuştu: “Çözüm Süreci Yasası önemlidir. Bu yasayı başından beri arzu ediyorduk. Sürecin parlamentoya mal olması, yasal güvenceye kavuşması gecikmiş de olsa gerçekleşecekse, biz bunu değerli bir gelişme olarak değerlendiririz. Fakat bu saatten sonra BDP ya da HDP seçmen eğilimini, yüzdeyi değiştirir mi onu kestirmek zor. Çünkü AKP politikaları konusunda toplum son derece farkındalığa ulaşmış aşamada. Başbakan’ın bu tür mevzuları seçim hamlesi olarak kullandığını toplum gördü. Bu vesileyle verilecek primlerin de yeni özgürlük, demokrasi hamlelerine yol açmadığını toplum çeşitli vesilelerle gördü.
SEÇMEN KOYUN SÜRÜSÜ DEĞİLBütün seçimler öncesi Başbakan bazı hamleler yaptı, topluma verdiklerinin tamamını neredeyse geri aldı. Özgürlükleri kısıtlayan otoriter bir anlayışla toplumu yönetmeye devam etti. Toplum bunu unutmayacaktır. Evet bu hamle iyidir, doğrudur, yapılması gerekir. Fakat bu tek başına Recep Tayyip Erdoğan ’a, AKP’ye oy getirir mi ben bundan çok emin değilim. Tabii ki seçmenlerin iradesi bizim elimizde değil. Seçmen dediğimiz de koyun sürüsü değil.
BARIŞ REHİN OLMAMALI
Ama bu barış mevzusu AKP için siyasi rant ve pazarlık malzemesi, barışı elinde rehin tutarak toplumdan sürekli bir destek kredi istemesinden çıkmalıdır. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de çıkacağını düşünüyorum. Barış AKP’nin elinde rehin olmaktan kurtulacak. Bu yasanın cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi çıkması spekülatif değerlendirmelerden veya zamanlaması manidar değerlendirmelerinden ayrıca da önemsenmeli, reddedilmemeli. CHP de zaten buna sıcak baktığını ifade etmişti. Bu hepimizin lehine olan bir gelişme olur.

Monday, June 23, 2014

'Halkların' tamam, peki 'Demokratik'?

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 2. Olağanüstü  Kongresinin önemli, coşkulu ve etkili bir kongre olacağını Ankara’nın seyyar köfteci, sucuk ekmekçi, ayran, gazoz, şişe suyu satan esnafı bir de sarı – kırmızı - yeşil renkli atkı, bileklik, eşarp, güneşlik şapka satan ticaret erbabı iyi kestirmişti. Bunca yıldır parti kongresi, kurultay izlerim, böylesi bir seyyar satıcı yığınağını görmemiştim. Üstelik boşuna değil sahiden iyi iş yaptılar. Çünkü yer kalmayan salonu giremedikleri için  Ahmet Taner Kıylalı Spor Salonunun önündeki bahçede oturanlar, salondakilerin en az iki katıydı…
Ama asıl coşku salonun içindeydi. Öyle parti görevlisi amigoların bir slogan söyleyip, ötekilerin papağan gibi tekrarladıkları yapay çoşkulardan ya da sahnedeki mikrofonu ele geçirmiş bir çenebazın zorlama coşku gösterilerinden söz etmiyorum. Epey acemi, epey düzensiz ama çok içten bir coşkuydu…
*    *    *
Delegelerle kongreyi izlemek için gelenlerin birbirinin içine geçtiği bir kargaşa ortamında alışılagelmiş kongre kurallarını, teamüllerini uygulamak zordu. Ama galiba zaten bu kurallara uyup uygulamaya niyeti olan da yoktu.
Nitekim  en yaşlı üyenin açıp kongre başkanlık divanını seçtireceği uygulama umursanmadı. Garo Paylan salondakileri selamlayan kısa ve etkili bir konuşmanın ardından gürültüden pek de duyulmayan bir “Başkanlık divanı liste önerisi” okudu; oylamaya sundu, salona pek bakmadan “kabul edilmiştir”  dedi ve kongre başkanlık divanı oluştu…
İşte tam da burada dikkatinizi kurallara,teamüllere uyuldu uyulmadı ayrıntısına değil, HDP Kongresini bir Ermeni yurttaşımızın, Garo Paylan’ın yapmasındaki küçük ama anlamı çok büyük ayrıntıya çekmeliyim. Garo Paylan, Hrant’ı yok edenlerin yok edemediği “genç Hrantlar”dan biridir (bence birincisidir)…
Adı Halkların diye başlayan bir partinin kongresini bir Ermeninin açmasında anlam ve milliyetçiliğin kör kuyularında debelenenlere karşı bu etkili meydan okuma sizce azımsanabilir mi?
Garo Paylan salondakileri bu toprakların kadim halklarının tümünün dilindeki “merhaba”larla selamladı.  Coşkuyu görmeliydiniz…
Aynı vurgu titizliği ve özenini Kongrenin son konuşmasını yapan Selahattin Demirtaş’ta da görecektik. O da partinin adındaki “halkların” sözcüğünün hakkını vermesini iyi bildi. Bütün etnik kimlikleri, bütün dinsel kimlikeri kucaklayan cümleler HDP’yi bir “Kürt partisi” olarak niteleyen ve ille de öyle gören ve ille de öyle kalmasını isteyenlere etkili ve değerli bir cevap oldu.
Yani HDP adındaki “halkların” vurgusunu dün sindirdiğini, ayrım yapmaksızın değerlendirdiniği kanıtladı.
*    *    *
Peki parti adındaki ikinci sözcüğü?
Orada biraz duralım.
Dün HDP’nin eşbaşkanlarını, parti meclisi üyelerini, yüksek disiplin kurulu üyelerini salondaki delegeler mi seçti; yoksa delgeler en geç bir gün önce bitmiş bir kongrenin sonuçlarını gönülden – evet gönülden- onayladı mı ?
Bunları bir şeyler bilerek, perde arkası bilgilere ulaşarak yazmıyorum.
HDP’nin bugüne kadarki eşbaşkanları bayrak devir teslim konuşmaları yaptılar. Bunlardan Sabahat Tuncel konuşmasını sonlarına doğru Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ı yeni eşbaşkanlar olarak selamladı ve sevimli bir şaka ile  bir kadın olarak bundan sonraki çalışmalarda erkek eşbaşkanın değil, kadın eşbaşkan Figen Yüksekdağ’ın çalışmalarına omuz vereceğini ilan etti..
Oysa henüz eşbaşkanlar seçimi yapılmamıştı…
Ayrıca Başkanlık divanındaki kadın eşbaşkan  (Adını not edemedim) şöyle bir cümle kurdu: HDP Eşbaşkanlarının konuşmalarından önce salondaki değerli konukları sizlere tanıtacağız…
Oysa hâlâ eşbaşkanlar seçimi yapılmamıştı…
Hemen ardından divanın erkek eşbaşkanı Gencay Gürsoy’un eşbaşkan adayları için önerilerin divana bildirilmesi çağrısı bu bağlamda pek anlamlı olmadı zaten zevahiri kurtarmaya da yetmedi…
Parti Meclisi listesinde de benzer  bir süreç yaşandı.
Yani görünen o ki Halkların Demokratik Partisi’nin “Halkların” bölümü tamam da “Demokratik” bölümü epey sorunlu…
*    *    *
Kongrede dört ülkeye dağılmış Kürt halkının tümünden gelen siyasal temsilcilerin yer alması değerliydi ama şaşırtıcı değildi. Buna karşılık HDP Kongresini izlemeye gelen Batılı konuklar benim için şaşırtıcı oldu. Ankara’daki hemen bütün batılı büyükelçilikler kongreyi bir temsilci ile izlediler.  Başta AKP tepeleri olmak üzere  öteki partilerin bundan pek hoşlanacaklarını  sanmıyorum.
Bu arada yabancı konukları tek tek sayıp selamlayan Kongre divan üyesinin Rusya’dan gelen delegeyi “Sovyetler Birliği Komünist Partisi Başkanı” diye anons etmesi epey gülüşmeye yol açtı.
*    *    *
Eşbaşkanlığı devretme konuşması yapan Ertuğrul Kürçü’den, yeni kadın Eşbaşkana ve yolladığı mesajına “değerli yoldaşlar” diye başlayan Öcalan’a kadar her konuşmacı partinin sol-sosyalist kimliğine vurgu yaptı, bu yönünü öne çıkardı.
Selahattin Demirtaş hariç…
O hem dinsel kimlikleri, hem etnik kimlikleri kucaklayan sağlam, iyi düşünülmüş cümleler kurdu. Partinin ekoloji ve çevreye ilişkin çizgisini vurgulamayı ihmal etmedi…
Bencileyin sosyalist – Marksistler konuşmalardaki sol vurgudan mutlu olabilirler ama HDP’nin çizgisini daraltan bu tutuma karşı yeni eşbaşkan Demirtaş’ın  konuşması ayrı bir önem taşıyordu. Zaten salonun duvarlarını süsleyen sloganlar da Demirtaş’ı desteklemekteydi. Not edebildiklerimden bir demet: Ekololojist Parti, Kadın Parti, Eşitlikçi Parti, En Genç Parti, Rengarenk Parti, Özgürlükçü Parti, Halkçı Parti…
 

Sunday, June 22, 2014

IŞİD neden bu kadar şaşırttı!

Zîlan Fırat
Güncellenme : 22.06.2014 10:29
IŞİD’ın Musul’u ele geçirmesiyle birlikte dünya gündemine oturan Irak’ta yeni bir savaş dönemi başlamış oldu. Emperyalizmin merkezi olan ABD, Irak’a müdahalesini, Ortadoğu’ya barışı ve demokrasiyi getirmek üzerinden geliştirdiğini söylemişti. ABD öncesi Saddam’ın zulmünü yaşayan Irak halkı, ABD müdahalesi ile emperyalizmin baskılarına maruz kaldı. Özelde Irak üzerinden geliştirilmeye çalışılsa da Ortadoğu’da şiddet her geçen gün daha da kalıcılaşarak devam etti. Bu müdahale de kan, gözyaşı ve yıkımdan başka bir şey getirmedi.
Ortadoğu’ya barışın ve demokrasinin getirilmesi bir yana savaşları sürekli hale getirecek örgütlemelere de zemin sunuldu ve çete örgütlenmeleri yaratıldı. Bugün IŞİD’in bir gecede Musul’u ele geçirmesi öyle kısa bir sürede yaşanan bir gelişme olmadığı gibi, din adına, İslamiyet adına yola çıkması da inandırıcı değildir. Din adına İslamiyet’i bitiren bir örgütlenme olarak gelişmektedir. Esasta Ortadoğu’nun kadim değerlerine karşı geliştirilen bir saldırıdır. Bir zamanlar barışın, adaletin, özgürlüklerin, toplumsallaşmanın ve ana tanrıça kültürünün doğuş merkezi olan Ortadoğu değerlerine ve tarihine karşı gerçekleştirilen saldırıdır, tüm bu örgütlenmeler.

Dünyanın birçok yerinde savaşlar olsa da hiçbir yerde Ortadoğu’daki gibi şiddet kanıksatılmamıştır insanlara. Sokaklarda patlamaların olmadığı, insanların ölmediği bir gün yoktur. Her dönem savaş gerekçeleri farklı olsa da Ortadoğu zenginliklerine saldırıdır, şiddetin bu denli süreklileştirilmesi. Yine emperyalist güçlerin çıkarlarına göre, kendilerini örgütleme tarzıdır bu saldırılar. Ortadoğu’nun sürekli savaş halinde olması emperyalist güçlerin kendi sistemlerini burada kalıcılaştırması açısından bulunmaz fırsatlar olacaktır. Yine her zaman savaşları gündemde tutarak Ortadoğu halklarını kendilerine muhtaç kılma yöntemidir bu savaşlar. O yüzden IŞİD öyle bir gece de Musul’u ele geçirmedi. Öyle kimsenin haberi olmadan gerçekleştirilen bir ele geçirme de değildir. Rojava’da adı farklı olsa da bu çetelerle Kürt halkı iki yıldır savaş halindedir. Hem de insanlık tarihinde görülmeyen, savaşın hiçbir kuralını yerine getirmeyen vahşi bir savaş. Rojava’da savunmasız halka saldırmaları, çocukları kurşuna dizmeleri, insanları kurban gibi kesmelerine kimse şaşırmazken, Musul’un işgaline şaşırdıkların söyleyenler acaba şimdiye kadar nerede yaşıyorlardı? Ya da neden bu gerçeklikler görülmek istenmedi? Bu da Ortadoğu’da Kürtlere yaklaşımın bir sonucudur.  

Çetelere her türlü desteği sağlayarak Rojava’ya saldırtan AKP, IŞİD’in yaptıkların en iyi görenlerdendir. Tüm bunları bildiklerinden dolayı kendisini ilgilendirmeyen birçok konuda açıklama yapan AKP, Musul’un çetelerin eline geçmesine dönük hiçbir açıklama yapmamıştır.

Bugün bu çetelere karşı en kahramanca direnişi Rojava halkı gerçekleştirmemiş olsaydı, belki de kısa bir sürede daha geniş alanları ellerine geçirebilirdi, çapulcu çeteler. Rojava üzerinden geliştirilen saldırılar bunun savaşımıydı. Kürt halkı ve Rojava’da kendi özgürlükleri için savaşan halklar ilk sınavını başarıyla tamamlasalar da halen tehlikenin ortadan kalktığını söylemek çok gerçekçi olmayacaktır.

Ortadoğu’da demokratik ulus zihniyetiyle örgütlenmeler gerçekleştirilmedikçe bu tehlikeler her an daha da vahşi şekilde devam edecektir. Bugün IŞİD tarzı çete örgütlenmeleri Ortadoğu ve insanlık için tehlikeli oluşumlar olmaktadır. Bu çetelerle savaşmak sadece Ortadoğu halklarının sorunu olmamaktadır. İnsanlık adına yola çıkan tüm güçlerin insanlığa karşı tehlike olan bu güçlerle savaşmaları, çetelere sağlanan tüm desteklerin engellenmesi için çalışmaları gerekmektedir. Ortadoğu halkları da kendi yaşamlarını kendilerinin örgütleyeceği örgütlenmeleri geliştirmedikçe sürekli dışarıdan gelecek tehlikelere karşı savunmasız kalacaklardır. Ortadoğu üzerine oynanan oyunların bozulması, halkların özgürlük arayışı ve mücadelesi sonucu olacaktır.

Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde en önemli rol sahibi olan Kürtlerin Ortadoğu’da yaşanan bu gelişmeler karşısında bölgesel çıkarlardan çok ulusal kaygılarla hareket ederek örgütlenmeleri, ortak savunma tedbirlerini geliştirmeleri hayati önemdedir. Bugün bunun erken olduğunu düşünenler yarın geç kalmış olmamak için, ulusal birlik ve demokratik Ortadoğu için üzerine düşen tarihi sorumluluğu yerine getirmelidir.

 

Thursday, June 19, 2014

ABF’den Ekmeleddin İhsanoğlu tepkisi: ‘Muhafazakârlaşmanın önünü açacak’

Alevi Bektaşi Federasyonu, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına “Türkiye’nin daha da muhafazakârlaşmasının önünü açacak” diyerek tepki gösterdi
ekmeleddin_ihsanoglu_manset1CHP ve MHP’nin, CHP’nin önerisiyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çatı adayı olarak eski İslam Konferansı Örgütü Başkanı olan ve son dönemde AKP ile arası açılan Türk-İslam figürü Ekmeleddin İhsanoğlu’nu belirlemesine Alevilerden ilk tepki geldi. Alevi Bektaşi Federasyonu tarafından yapılan açıklamada İhsanoğlu’nun adaylığının Türkiye’nin daha da muhafazakarlaşmasının önünü açacağı belirtildi ve Alevilerin nasıl bir cumhurbaşkanı istedikleri belirtildi.
Alevi Bektaşi Federasyonu’nun açıklaması şöyle:
Yanı başımızda Irak’ta, Alevileri katletmek için yemin etmiş IŞİD denilen katiller, insanlık düşmanları, Müslümanlık adına başta Aleviler olmak üzere kendinden olmayan tüm insanları katlederken, Türkiye’de ise Cumhurbaşkanlığı seçimleri tartışılıyor.
CHP ve MHP ‘çatı adayı’ olarak Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdi. Geçmişte Türkeş’in danışmanlığını yapmış, AKP’nin adayı olarak İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri olmuş, İslamcı özellikleri çok önde olan İhsanoğlu’nun CHP tarafından önerilmesi oldukça düşündürücüdür.
Toplumsal beklentilere yanıt vermeyen, toplumda karşılığı olmayan, Türkiye’nin daha da muhafazakârlaşmasının önünü açacak İslamcı bir aday olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Alevi toplumunun adayı olamaz.
Alevi Bektaşi Federasyonu önümüzdeki hafta, 25 Haziran Çarşamba günü, İstanbul’da Alevi Vakıflar Federasyonu ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu başta olmak üzere, bütün Alevi kuruluşları ile birlikte ‘Nasıl Bir Cumhurbaşkanı istiyoruz’ başlıklı bir toplantı ile tavrını kamuoyuna açıklayacaktır.
Bu toplantıya Alevi kuruluşlarının yanı sıra, aydın, sanatçı, akademisyen ve siyasetçi çok sayıda kişi de katılacaktır. ABF, laik-demokratik bir Türkiye özlemine uygun ve Türkiye’nin bütün demokrasi güçlerinin desteğini alabilecek bir Cumhurbaşkanı adayının olmasını arzulamaktadır.
Çünkü Alevi Bektaşi Federasyonu’nun ‘Nasıl bir Cumhurbaşkanı istiyoruz’ sorusuna verdiği cevap çok açıktır:
Düşünce ve inanç özgürlüğünü yana olan bir Cumhurbaşkanı…
Evrensel hukuktan ve insan haklarından yana olan bir Cumhurbaşkanı…
Bütün inançlara ve kimliklere eşit mesafede duracak bir Cumhurbaşkanı…
Farklılıkları zenginlik olarak kabul eden bir Cumhurbaşkanı…
İnançları ve kimlikleri ötekileştirmeyen bir Cumhurbaşkanı …
Demokrasiyi içselleştiren, basın özgürlüğünü, yargı bağımsızlığını, çoğulculuğu, hukuk devletini savunan bir Cumhurbaşkanı…
Dinin ve dini kurumların devletin kurumsal kimliği dışında olmasını savunacak, laikliği prensip edinmiş bir Cumhurbaşkanı…
Sosyal devleti savunan bir Cumhurbaşkanı…

‘Kin öldürür, sevgi yaşatır’ diyebilen bir Cumhurbaşkanı…
Sendika.Org

Tuesday, June 17, 2014

Mevzubahis cihatçılar olunca: Başbakan ‘yazmayın’ dedi, Musul krizine yasak getirildi

Tayyip Erdoğan’ın “Şu süreci yazmadan, çizmeden, fazla da konuşmadan takip etmenizi istiyorum” demesini talimat kabul eden Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi, Musul Başkonsolosluk krizine yayın yasağı getirdi
AKP’nin IŞİD militanlarının Musul’daki Türkiye Başkonsolosluğu’nu basma ve diplomatik personeli rehin alma krizindeki beceriksizliğinin medyada her geçen gün daha fazla yer bulması üzerine Tayyip Erdoğan, “Şu süreci tahrik ederek değil lütfen yazmadan, çizmeden, fazla da konuşmadan takip etmenizi istiyorum” demişti.
Erdoğan’ın sözlerini “emir” telakki eden Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi, IŞİD krizindeki soruşturma tamamlanıncaya kadar her türlü yazılı, görsel basın ve internette yayın yasağı konulmasına karar verdi.
Mahkemenin kararı RTÜK tarafından açıklandı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 16 Haziran 2014 tarihli ve 2014/566 Değişik İş No’lu kararıyla, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosunun 2014/84425 sayılı dosyasıyla ilgili olarak, Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğunda bulunan ve IŞİD terör örgütü tarafından bilinmeyen bir yere götürülen Türk vatandaşlarının güvenliklerinin sağlanması için, soruşturma tamamlanıncaya kadar her türlü yazılı, görsel basın ve internette CMK 157 ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3 ve Anayasa’nın 26/2 maddesi gereğince yayın yasağı konulmasına karar verilmiştir.
AKP cihatçılarla ilişkisinde neyi gizliyor?
Musul’daki başkonsolosluk krizinde alınan yayın yasağı kararı, AKP’nin Suriye politikasındaki kirli ilişkilerini gizlemek için yaptığı ilk hamle değil.
11 Mayıs 2013’teki Reyhanlı Katliamı’ndan sonra da Reyhanlı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından görsel, yazılı ve internet yayın organlarında delil niteliğinde bulunan olay yerinin, yaralı ve ölülerin görüntülerinin yayımlandığı belirtilmiş ve yayın yasağı talebinde bulunulmuştu. Reyhanlı Sulh Ceza Mahkemesi de talebi yerinde bularak yasaklama kararı almıştı.
Bir diğer yayın yasağı da 30 Mart yerel seçimlerinden önce yayımlanan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in Suriye’ye yönelik savaş planlarını içeren ses kaydı skandalından sonra alınmıştı.
Suriye ile ilgili ses kaydından sonra kaydın yayımlandığı Youtube’a erişim de engellenmişti.
isid_musul_yayin_yasagi
Sendika.Org

Saturday, June 14, 2014

Kıyma Makinesinin Başındaki Kasaplar

imagesimages (1)indir

IŞİD militanlarının, zaferlerini kutlayan keleşlerini hep birlikte havaya kaldırmış görüntüleri bizim kuşağın romantik devrimcilerine hiç yabancı gelmeyecektir. “Allahü ekber” bağırtılarını duymasanız, bu görüntünün 1959 yılındaki Küba Devrimi’nden bir sahne olduğunu bile sanabilirsiniz. Elbette muhtevada büyük zıtlık söz konusudur. Biri devrim, diğeri ise karşıdevrimdir.
Bununla birlikte, aşağıdan gelişen devrimler gibi, karşıdevrimler ve hatta IŞİD örneğinde gördüğümüz gibi, gaddar bir İslami bağnazlığın temsilcisi olan hareketler de, toplumun en alt kesimlerinde kalmış, ezilmiş, horlanmış toplumsal tabakaların, şu kapitalist sistemde gelecekten hiçbir umudu kalmamış dinamik, genç unsurlarını harekete geçirir ve silahlı oluşumlara sevk eder. Bu gençleri bazen Küba Devriminde ya da Meksika’daki Zapatistalar arasında, bazen PKK gibi herhangi bir ulusal kurtuluş hareketi içinde, bazen de bugün Ortadoğu ülkelerinde gördüğümüz gibi, “İslami devrim” adına silahlı mücadele yürüten aşırı reaksiyoner ve “kelle götürücü” silahlı güçler içinde görebilirsiniz. Amaçları ve yönelimleri birbirinin zıddı olsa ve hiç benzemese de sınıfsal konumları çok benzerdir. Ortak noktaları plebyen olmalarıdır. Bu insanlar, şu kapitalist sistemde toplumun en ezileni olmanın acısıyla, gayrinizami silahlı mücadelelere akın etmektedirler.
Konformist, kan emici devlet erkânı, bu silahlı gençleri ya da güçleri, kimi zaman (ve belki de genel olarak) “terörist” ilan ederler, ama bölgesel çıkarları için ya da aralarında düşmanlık olan komşu bir devlete karşı kullanma ihtimali varsa, onları bir anda “özgürlükçü muhalefet”, “ulusal kurtuluş savaşçısı” olarak takdis etmekten de geri kalmazlar. Eğer bu silahlı güç kendi çıkarlarına da zarar vermeye başlarsa, o zaman “özgürlük savaşçıları” bir anda yeniden “tehlikeli terörist” olarak teşhir edilir. Tonlarla silah taşıdıkları bu “teröristler” eğer düşman oldukları bir devletin başındakileri yıkmaya yönelmişse hiç sorun yoktur. Ateşle oynamaktan bir an bile geri durmazlar. Ama aynı güç kendileri için de tehlike teşkil ettiğinde bir anda tavırlarını değiştirir ve bunların “katlinin vacip” olduğuna ilişkin fetvalar çıkarıverirler.
Konformist, kan emici devlet erkânı, bayrak ve “ulusal onur” üzerine bir ton laf eder ama o bayrağın altında yaşayan ya da yaşamak zorunda olan vatandaşları(nı) korumak için aslında kılını bile kıpırdatmaz. Bayrak edebiyatı, sadece ülke içindeki mazlum halkları bastırmak ve tehdit etmek için bir araçtır. Direğe tırmanıp bayrak indiren bir Kürt genci karşısında hepsi aslan kesilip kükrerler de, iş “vatan toprağı” sayılan konsolosluklarını korumaya gelince “vatan”, “toprak”, “bayrak” “namus” edebiyatı bir anda puf diye söner. Evet, o konsolosluklarda özel harekât timleri bulundurmaktadırlar ama asla konsolosluğu korumak için değil, başka devletlerin içinde kargaşalık çıkartmak ya da o devlete karşı kışkırtıcı eylemleri körüklemek için bulundururlar bu görevlileri. Bunların tutumu, bir zamanlar (1920’lerin ilk yarısına kadar) devrim ihraç etmeye heveslenen Bolşeviklerin başka ülkelerdeki konsolosluklarını devrim köreklemek için kullanmalarına benzer ama bir farkla. Bolşevikler gerçekten devrim ihraç etmek istiyorlardı, bu devlet erkânı ise konsolosluklarında özel harekât timlerini sadece hegemonya ihraç etmek üzere bulundurmaktadır. Bu MİT ve Özel Harekâtçılar, o konsolosluklardan çıkıp kimbilir hangi fesat faaliyetleri örgütlemekteydiler.
Dolayısıyla, savaşları, iç savaşları, karşıdevrimcilere silah tedarikini, başka ülkelerde yapılacak her türlü fesat faaliyetini, terör eylemlerini, provokasyonları, istihbarat ve karşı istihbarat faaliyetlerini, kendi saygıdeğer bedenlerini hiçbir şekilde tehlikeye atmadan lüks bakanlık binalarında, rezidanslarda, yumuşak halılı otel lobilerinde planlayan ve bu tür lüks yerlerden burunlarını bile çıkarmadan en bataklık alanlara ilişkin en acımasız, en kanlı eylemleri özel timleri ve görevlileri aracılığıyla örgütleyen bu konformist devlet erkânının “vatandaşlarımız” için üzüntü duyduklarını ifade eden sözlerine ya da onları “kurtarmak” için ciddi devlet adamı pozlarında yaptıkları tehditkâr konuşmalarına gülüp geçmekten başka yapılacak bir şey yok bizim açımızdan. İşin doğrusunu söylemek gerekirse, kişisel rahatlarını ve konforlarını asla ihmal etmeyen bu beyefendilerdense, en gaddarca cinayetleri bile işlese, kalkıp Çeçenistan’dan bir “dava” uğruna buralara gelmiş bir militan bana daha insan geliyor.
Kelle kesen bir cihatçı mı daha tehlikelidir, yoksa onlara “özgürlük savaşçısı” oldukları için yakın zamana kadar el altından (ya da el üstünden!) yardım akıtanlar mı?
Belki günün birinde o İslamcı militanın uyanması ya da ne bileyim, işlediği cinayetlerinden pişmanlık duyması ihtimali olabilir ama bu beyefendiler için böyle bir ihtimal asla yoktur.
Çünkü onlar uzun yıllardır çalışmakta olan dev bir kıyma makinesinin kumanda merkezinde oturmakta olan vicdansız kasaplardır. Diğerleri ise, bir yandan kıyma makinesinin küçük bir dişlisi olarak hizmet ederken, bir yandan da her an o kıyma makinesinin içine atılacak, bu işlere rahatından ya da keyfinden değil, onulmaz huzursuzluğundan bulaşmış garibanlardır.
Konformist devlet erkânı ile kanımız hiçbir zaman uyuşmayacak. Hiçbir zaman!

Gün Zileli
12 Haziran 2014

Friday, June 13, 2014

Irak’ın bölünmesi: ABD projesine Türk müteahhitliği

13/06/2014 - 21:25 tarihinde eklendi
Alptekin DURSUNOĞLU
Irak’ın bölünmesi: ABD projesine Türk müteahhitliği
Projesi ABD’ye, müteahhitliği Türkiye’ye ve finansmanı da Suudi Arabistan’a ait olan Irak’ın bölünmesi ‘tezgahı’nın Irak’ta da müşterisi var.

Irak-Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) birkaç bin kişilik bir güçle 48 saat içinde Neyneva ve Selahaddin kentlerini ele geçirmesi, Irak’taki zihinsel bölünmenin fiziksel bölünmeye dönüşmesinin ilk adımı olarak okunabilir.
Irak’ta zihinsel bölünmenin teorik temeli, ‘tek taraflılığı’ öngören Bush Doktrini ile atılmıştı.
2003’te Amerikalılara göre Saddam rejiminin ‘Iraklılık’ kimliğini aşındırması nedeniyle, Iraklıların siyasal tavırlarında belirleyici olan ‘Iraklılık’ kimliği değil, ‘Şiilik’, ‘Sünnilik’ ve ‘Kürtlük’ kimliğiydi.
Dolayısıyla Irak’a yapılacak askeri müdahaleye Saddam rejimine destek veren yüzde 18’lik Sünni nüfustan başka karşı çıkan olmayacaktı.
ABD’yi 2003’te BM iradesine rağmen Irak’ı tek taraflı olarak işgal etmeye cesaretlendiren işte bu kimlik tespitiydi.
Saddam rejiminin üç hafta içerisinde devrilmesi, yapılan bu tespitin doğruluğunu teyit eden bir gösterge olarak okuyan Amerika, Irak’ta düzen kurucu rolünü de bu tespit çerçevesinde geliştirdi.
Iraklı Sünniler, ‘ABD’nin düzen kurucu rolüne itiraz’ argümanıyla 30 Ocak 2005’teki siyasal süreçleri boykot ettiler.
Ancak 15 Aralık 2005’te siyasal süreçlere katılarak, asıl itirazlarının ‘ABD’nin düzen kurucu rolüne’ değil, nüfusun yüzde 60’nı oluşturan Şiilerin iktidar olmasına yönelik olduğunu göstermiş oldular.
Sünnilerin bu itirazı, uzlaşma çerçevesinde dikkate alındı ve Lübnan’dakine benzer; ama hukuksal olmayan taifeci bir siyasal sistem kuruldu.
2005’ten beri yapılan tüm seçimlerde nüfus sayısına paralel olarak Şii ağırlıklı bir meclis tablosu çıktı; ancak hiçbir zaman sandalye çoğunluğuna dayalı bir Şii hükümet kurulmadı.
Meclisteki sandalye sayısına göre her kesime bakanlık verilerek ulusal uzlaşma hükümetleri kuruldu; cumhurbaşkanlığından bürokrasiye kadar tüm makamlar ‘uzlaşma’ çerçevesinde bölüşüldü.
Ancak şeklen kurulan bu uzlaşma modeli, Sünniler ile Şiilerin merkezi hükümetteki paylaşım çelişkisini; Kürtlerin ise merkezi hükümetle ‘tartışmalı bölgeler’ çelişkisini gidermeye yetmedi.
Fiziksel bölünmenin öncülleri olarak özerk bölgeler
Irak’ın bölünmesine yönelik senaryoların 1990’a uzanan bir geçmişi var.
Baba Bush’un Körfez Savaşı sonrasında 36. Paralelin kuzeyinde uçuşa yasak bölge ilan etmesi, bugünkü Kürdistan Bölgesi’ne giden yolu açmış; bu gelişmenin Irak’ın bölünmesine yol açacağı öngörüsünde bulunan Türkiye, 2004’te Kürt özerk bölgesi kurulmasını savaş sebebi sayacağını açıklamıştı.
Bölünmeye yol açacağı kaygısıyla Irak’ta özerk bölge kurulmasına karşı çıkan sadece Türkiye gibi bölgesel aktörler değildi.
Bunun Iraklılar tarafından da kaygı verici bir gelişme olarak algılandığını gösteren ilk gelişme dönemin Irak İslami Yüksek Konseyi Başkanı Abdulaziz el-Hekim’in güneyde federal bölge oluşturulması önerisine verilen tepkiler oldu.
Abdulaziz el-Hekim’in anayasanın federal bölge kurulabilmesini öngören ilgili maddelerini hatırlatarak daha iyi hizmet götürme gerekçesiyle[1] sunduğu bu teklif, Sünnilerden ve Sadr grubundan büyük tepki alınca el-Hekim de teklifini geri çekmişti.
Sadr grubunun itirazında öne çıkan husus ‘bölünme’, Sünnilerin itirazında öne çıkan husus ise petroldü.
Her iki kesim de işgal sonrasının kendine özgü şartlarından doğan Kürdistan Özerk Bölgesi’ne itiraz edebilecek durumda değildi; ancak güneyde federal bölge ilan edilmesinin ülkeyi bölünmeye götüreceğini öne sürüyor; petrolün bulunmadığı Sünni bölgelerinin açlığa mahkum edilmek istendiğini savunuyordu.
Türkiye’nin ve Iraklı Sünnilerin federalizmi keşfi
Ankara’nın 2004’te varlığını savaş sebebi saydığı Kürdistan Bölgesi’yle Bağdat’ı devre dışı bırakan ilişkiler geliştirmesi, sadece ikili ilişkilerdeki ticari ve ekonomik potansiyellerle açıklanmıyor.
Erdoğan yönetimi, Kürdistan Bölgesi’yle Erbil ile Bağdat arasındaki karşılıklı bağımlılığı zayıflatan ilişki biçimine stratejik bir anlam da yüklüyor.
Türk dışişleri yetkililerinin Maliki’nin üçüncü defa başbakan seçilmesi ihtimaline dair yaptığı değerlendirmeyi hatırlayalım:[2]
 - Irak sekiz yıllık Maliki yönetimi altında üçe bölünmüş halde. Yeniden başbakan olursa bu bölünmüşlük derinleşecek.
- Bu gidişat Irak'ın bölünmesi demektir. Bu da yeni bir jeopolitik deprem anlamına gelir.
- Irak'ta gidişat güç-gelir paylaşımına dayalı bir federalizme doğru gidiyor. Bu olmazsa Irak bir çatışma alanına tekrar dönüşebilir. Bizim aramızda bir 'tampon' olarak Kürtler ve Sünniler Maliki'yi dengeleyecek bir karşı ağırlık yaratıyor.
- Barzani’nin en iyimser öngördüğü konfederasyon gerçekleşirse bizim açımızdan Kürt politikası etrafında bir oyun kurulması gerekecek.
Ankara’nın Kürtlerle ve Sünnilerle kurduğu oyun
Ankara, Kürtlerle ve Sünnilerle Irak’a dair yeni bir oyun kurma hedefini Maliki’nin şahsıyla izah etmeye çalışsa da zihinsel olarak bölünmüş Irak’ı fiziksel olarak da bölmeye yönelik adımlarını 2010’dan itibaren atmaya başlamıştı.
7 Mart 2010 seçimlerinde desteklediği İyad Allavi’nin başbakan olamaması üzerine Türkiye’nin Sünni kartıyla oynamaya başladığını gösteren ilk gelişme Irak’ın orta ve batı kesimlerinde bir Sünni federal bölge oluşturmak için temas başlatması oldu.[3]
Sünnilerin 2007’de güneyde federal bölge kurulması önerisine gösterdiği tepki göz önünde bulundurulduğunda inanılmaz gibi gözüken bu gelişme, Suriye krizinden sonra somut bir gerçekliğe kavuştu.
“Biz, idari engellerden kurtulmak için anayasanın garanti ettiği idari ademimerkeziyetçilik ilkesi çerçevesinde her ilin yeni federal bölge kurma talebini destekliyoruz”[4] diyen Usame Nuceyfi, 15 Kasım 2011’de Ankara’ya sürpriz bir ziyarette bulundu.
Nuceyfi’nin ziyaretinden dört gün sonra da Türkiye’ye sığınan eski Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi, Sünni federal bölge kurulmasını desteklediğini açıkladı.[5]
2013 yılı ortalarında el-Enbar bölgesinde başlayıp diğer Sünni kentlere yayılan ve “Irak Baharı” diye adlandırılan Maliki karşıtı gösterilerde temel vurgu bu Sünni federal bölge talebiydi.
Bu talebe karşı çıkan Sünni aşiretler de bulunmasına[6] rağmen Sünni federalizm tezinin önde gelen savunucularından biri Usame Nuceyfi’nin Musul Valisi olan kardeşi Esil Nuceyfi’ydi.
Irak’ın bölünmesi için IŞİD katalizörü
IŞİD’in birkaç bin militanla, Sünni federal bölge kurulmak istenen yerleri 48 saat içerisinde ele geçirmesi, örgütün bu bölgede kalıcı olacağı anlamına gelmese de Irak’ın idari yapısını değiştirebilecek potansiyeller taşıyor.
Başbakan Maliki “Askerlere savaşmayın emri verenler cezalandırılacak”[7] diyerek IŞİD saldırısının içeriden ihanetle gerçekleştirilen bir tezgah olduğunu açıkladı.
Irak hükümeti, bu ‘tezgahın’ dış destekçileri ile yereldeki unsurlarının Maliki’nin üçüncü dönem başbakanlığını engellemeyi ve bir Sünni federal bölge kurmayı hedeflediğini düşünüyor.
Kontrol edilemez bir örgüt imajına sahip olan IŞİD’in kendine özgü hedeflerinin olduğu; dolayısıyla da ‘tezgahı’ kuranlarla doğrudan bir emir komuta ilişkisi içinde bulunmuyor olması mümkün.
Ancak bu durum, ‘tezgahı’ kuranların bu hedef için liderlerinin büyük bir bölümü Saddam’ın Cumhuriyet Muhafızlarından oluşan IŞİD’le koordinasyon içinde olmadığı anlamına gelmiyor.
Çünkü 2006-2008 yıllarında Uyanış Konseyleri tecrübesi, IŞİD’in Irak’ta Sünni aşiretlere karşı pek de dirençli olamadığını göstermişti.
Aslında şu an yaşanan gelişmeler bir bakıma 2004-2006 yıllarının adeta bir tekrarı gibi gözüküyor. O yıllarda adı Irak İslam Devleti olan örgütün yarattığı Şii-Sünni çatışması, Kürdistan Bölgesi’nin sorunsuz bir şekilde ortaya çıkmasını sağlamıştı.
Bugün aynı şartlar, Kürdistan Bölgesi’ne ‘tartışmalı bölgeleri’ kendi topraklarına katma zemini yaratıyor.
Başta Kerkük olmak üzere ‘tartışmalı bölgeler’den IŞİD’le savaşmak için ayrılan Irak ordusunun boşluğunu fırsat bilen Kürdistan Bölgesi, buralara yerleştirdiği Peşmerge güçleriyle fiili durum yaratarak Kerkük’e ve diğer tartışmalı bölgelere hakim oldu.
2004’te Kürdistan Bölgesini savaş sebebi sayan Türkiye’nin yerine, şimdi Kürtleri ve Sünnileri Irak’a karşı denge aracı olarak kullanmak hedefinde olan bir Türkiye var.
Maliki’nin 11 Haziran’da olağanüstü hal kararı ilan etmesi talebiyle toplanmaya çağırdığı meclisin ancak 2 gün sonra ve yetersiz katılımla toplanabildiği düşünülürse, projesi ABD’ye, müteahhitliği Türkiye’ye ve finansmanı da Suudi Arabistan’a ait olan Irak’ın bölünmesi ‘tezgahı’nın Irak’ta da müşterisinin olduğu anlaşılıyor.
Maliki, gönüllü milislerin ve aşiretlerin desteği ile Selahaddin, Neyneva ve el-Enbar’ı yeniden kontrol altına almayı başaramazsa, Irak’ın bölünmesinin başlangıç tarihini 10 Haziran 2014 olarak kaydedebiliriz.




[1] YDH. 11 Nisan 2007, El-Hekim: Federalizm için yakında harekete geçeceğiz. http://www.ydh.com.tr/HD2843_el-hekim--federalizm-icin-yakinda-harekete-gececegiz.html
[2] YDH. 25 Mayıs 2014. Kürdistan Bölgesi ile ‘parantez kapatmak’ http://www.ydh.com.tr/YD414_kurdistan-bolgesi-ile-parantez-kapatmak.html
[3] YDH. 4 Aralık 2010. Türkiye Iraklı Sünnilere federal bölge kurmak istiyor. http://www.ydh.com.tr/HD8480_turkiye-irakli-sunnilere-federal-bolge-kurmak-istiyor.html
[4] YDH. 15 Kasım 2011. Nuceyfi, Federal bölge görüşmeleri için mi Ankara’da http://www.ydh.com.tr/HD9493_nuceyfi-federal-bolge-gorusmeleri-icin-mi-ankarada.html
[5] YDH. 19 Kasım 2011. Tarık Haşimi’den yeni federal bölgelere destek. http://www.ydh.com.tr/HD9505_tarik-hasimiden-yeni-federal-bolgelere-destek.html
[6] YDH. 13 Şubat 2012. El-Enbar’daki aşiretlerden federal bölgeye sert tepki. http://www.ydh.com.tr/HD9853_el--enbarli-asiretlerden-federal-bolgeye-sert-tepki.html
[7] YDH. 11 Haziran 2014. Maliki: Askerlere savaşmayın emri verenler cezalandırılacak. http://www.ydh.com.tr/HD12907_maliki--askerlere-savasmayin-emri-verenler-cezalandirilacak.html

Thursday, June 12, 2014

Gelinen Nokta Kürt Birliğini Dayatıyor

SALİH MÜSLİM 
PYD Eşbaşkanı Salih Müslim Suriyeli Kürtlerin IŞİD’e karşı savaşta yalnız bırakıldığını, şimdi sonuçlarının görülmeye başlandığını vurguladı. Türkiye’ye el uzattıklarını ama hep havada kaldığını belirtti.



IŞİD'in (Irak Şam İslam Devleti) Musul'u ele geçirmesi üzerine görüşlerini aldığımız PYD Eşbaşkanı Salih Müslim gelişmelerin Kürtlerin birlikte hareket etmesi gerektiğini gösterdiğini söyledi.
IŞİD'le savaşta yalnız bırakıldıklarını söyleyerek işbirliği için Türkiye'ye uzattıkları elin hep havada kaldığını belirtti.
 Musul’u ele geçirmesi Suriye’deki savaşı nasıl etkiler?
Defalarca söyledik, Suriye’deki istikrar bütün Ortadoğu’yu ilgilendirir. İstikrar olmazsa her yere sıçrayabilir demiştik, şimdi gerçekleşiyor, yarın başka yerlere Lübnan’a, Ürdün’e, Türkiye’ye de sıçrayabilir.
Bunu Suriye’de hapsetmek, istikrarı sağlamak bütün bölgenin lehinedir.
IŞİD’e karşı şimdiye kadar ciddi bir şekilde bizim dışımızda savaşan bir taraf yok. Sadece Rojava’daki Kürtler, Süryaniler, Araplar; Rojava’daki oluşumlar vardı.
Buraları geçemeyince başka bölgelere gitti. Ciddi çabalar olsaydı bunu yapamazdı.
Bizi Rojava’da yalnız bıraktılar, kimse karşı koymadı, sonuçlarını görüyoruz.
IŞİD’in Musul’a yerleşmesi süreci nereye götürür? Suriye’deki Kürtleri nasıl etkiler?
Bazıları hala gerçekleri görmüyor. IŞİD başkaları tarafından kullanılan bir aygıttır. Arakadaki güçler bellidir.
Bu kavga birbirine bağlıdır. Musul’da ele geçirilen silahların, malzemelerin büyük kısmı Rojava’da bize karşı kullanılmak üzere götürülmüştür.
Bir dönem IŞİD ile Rojava Kürtleri arasında ateşkes yapıldığı haberleri çıkmıştı, doğru mu?
Hayır. Kendilerine Özgür Suriye Ordusu diyen güçlerle bir saldırmazlık anlaşması yapılmıştı Afrin taraflarında... Başka yerlerde IŞİD’le çatışmadan başka bir şey yok.
Bu durumda Türkiye’yle bir işbirliğinden söz edilebilir mi?
Biz hep kapıyı çaldık, elimizi uzattık ama havada kaldı. Türkiye artık gerçekleri görmeli. Beraber bir şeyler yapalım, yoksa tehlike herkesin kapısına dayandı.
Iraklı Kürtlerle bir temas oldu mu, işbirliği çağrısı geldi mi?
Hayır, biz Kürtler zaten her zaman iç içe olduk. Umarız bu son gelişmeler onlara bir şeyler göstermiştir. IŞİD ve bizim savaştığımız güçlerin amacı Kürtleri yok etmek, sürmektir. Bu da Kürt birliğini dayatıyor. Uumarız, tüm Kürtler bunu farkına varmıştır ve birlikte hareket ederiz. (YY)

Monday, June 9, 2014

Türk bayrağı sonsuza dek dalgalanacaktır efendiler! – Ergür Altan

taksim-gezi 
Türk bayrağı sonsuza dek dalgalanacaktır efendiler!
Lice’de karakollara/kalekollara karşı direnirken katledilen yurttaşlarımızın mezarları üzerinde dalgalanacaktır.
Türk bayrağı sonsuza dek dalgalanacaktır efendiler!
Soma’da, Zonguldak’ta, Şırnak’ta maden ocaklarında sersefil çalıştırılırken soldurulan emekçilerimizden geriye kalan canların gözleri üzerinde dalgalanacaktır.
Türk bayrağı sonsuza dek dalgalanacaktır efendiler!
Okmeydanı’nın kentsel dönüşüm planına alınmak istenmesinin sebebinin bilinçlerinin ve mücadelelerinin kırılmak istenmesi olduğunu bilen Alevi canların eylemleri üzerinde dalgalanacaktır.
Türk bayrağı sonsuza dek dalgalanacaktır efendiler!
HES’lerin, nükleer santrallerin, sanayi atıklarının  kuruttuğu doğanın, kanserleştirdiği, öldürdüğü can parçalarımızın gariplikleri üzerinde dalgalanacaktır.
Türk bayrağı sonsuza dek dalgalanacaktır efendiler!
İş cinayetlerinde, nefret cinayetlerinde heder edilen can buğusu özlemlerimizin kimsesizlikleri üzerinde dalgalanacaktır.
Türk bayrağı sonsuza dek dalgalanacaktır efendiler!
LGBT’lerimizin, azınlıklarımızın, evsizlerimizin ürkeklikleri, tedirginlikleri üzerinde dalgalanacaktır.
Türk bayrağı sonsuza dek dalgalanacaktır efendiler!
Ekinsiz, mayınlı topraklardan varoş hanelere,  mahpuslardaki çocuklardan hasta tutsaklara kadar cümle yapıların, cümle canların kimsesizlikleri üzerinde dalgalanacaktır.
Tahtları, rantları, egemenlikleri daim olsun ister efendiler ve patronlar. Eşitliğe değil yoksulluğa kaynak ayrılır bizim ellerde bu yüzden; özgürlüğe değil baskılara yol bulunur, vicdana değil sömürülere pay verilir, adalete değil cinayetlere, katliamlara kafa yorulur, çoğulluğa değil ırkçılığa, insan hakları ihlallerine planlar yapılır.
Türk bayrağının da, cümle bayrakların da dalgalanması  halklar özgür ise, yurttaşlar mutlu ise, canlar sulha doymuş ise bir mana bulur yüreciğimizde. Bunca sömürü, bunca talan, bunca yoksulluk, kıyım, ayrımcılık ve adaletsizlik bir bayrağın içine gizlenirse ve bu gizliliği kutsal belleyen yığınlar varsa bizim ellerde, bellensin ki mücadelemiz bu yığınlar içindir de. Bayrağa saygısızlık asıl budur ve canlara, yurttaşlara, halklara karşı yapılan saygısızlıklar dünya üzerindeki hiçbir bayrağın içine içine süpürülmemelidir.
Halkların sulhu, emeği ve vicdanı cümle bayrakların ötesinde ve özgürce dalgalanacaktır efendiler!
erguraltan@gmail.com

Sunday, June 8, 2014

Mahkeme, Hatay valisinin sıkıyönetimine ‘dur’ dedi

1 Eylül 2012′den bu yana Hatay Valisi’nin yasakladığı eylem güzergahlarına ilişkin Hatay Eğitim Sen’in açtığı davada mahkeme, valinin ‘sıkıyönetimine’ durdurma kararı aldı
antakya-halki-reyhanli-saldirisini-protesto-etti
Hatay Valisi’nin keyfi bir şekilde kentteki basın açıklamalarını yasaklaması üzerine Hatay Eğitim Sen’in açtığı davada mahkeme, sendikayı haklı buldu.
Hatay İdare Mahkemesi, Hatay Valiliği’nin bazı cadde ve meydanlarda basın açıklaması yapılmayacağına ilişkin işlemini, kamuoyunu bilgilendirme amacına aykırı bularak işlemin iptaline karar verdi.
Hatay İdare Mahkemesi yapılan itirazda anayasanın 26. Maddesi ile 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun “tanımlar” başlıklı 2. Maddesi’ne dayandırdığı kararda şu ifadelere yer verildi:
 “Uyuşmazlık konusu olayda, basın açıklamalarının, bu güzergah üzerinde bulunan muhtelif işyerlerini maddi kayıplara uğrattığı, eğitim-öğretim amaçlı faaliyet gösteren özel dershanedeki öğrencilerin eğitimlerinin olumsuz yönde etkilediği, öğrencilerin dershaneye geliş ve gidişlerinde güvenlik sorunları oluşturduğu, cami ve kiliselere ibadet amacıyla gelen vatandaşların ibadetlerini sağlıklı ortamda yerine getiremediği, basın açıklamalarının olumsuz sonuçlara neden olması nedeniyle başka alana kaydırılması yönünde yapılan başvurular doğrultusunda dava konusu işlemin tesis edildiği görülmekle birlikte, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kapsamında bulunan, demokratik bir hak olan basın açıklamasının, ‘Hürriyet Caddesi’, ‘Mydonose Kafe-Ulu Cami önü’, ‘Ulus Künefeciler Meydanı’ gibi insanlara rahat ulaşarak bu etkinliğin amacına ulaşmasına katkıda bulunacak olan kamuya açık yerlerde yapılamayacağına yönelik getirilen sınırlama, gerek anayasada yer alan hakkın özüne dokunmama, gerek bu alandaki kısıtlamaların yasalarla olabileceği yönündeki hükümlerine aykırıdır.”
Hatay Valisi 1 Eylül 2012′den bu yana Hatay il merkezinde Hürriyet Caddesi boyunca, ayrıca Mydonose Kafe-Ulu Cami önü ve Ulus Künefeciler Meydanı’nda basın açıklaması yapılmasını yasaklamıştı. Kent muhalefeti ve demokratik kitle örgütleri zaman zaman yasağı delse de yüklü miktarlarda para cezasına çarptırılmıştı.
Sendika.Org