04/12/2009
'Aynalar' kitabında Galeano, olaylara
alışıldık tarih kitaplarının, özellikle de 'resmi' tarihin baktığından bambaşka
gözlerle bakıyor ve gösteriyor. Asık suratlı, neredeyse insansız bir tarihi
anlatan kitapların aksine, aşkın, yoksulluğun, kardeşliğin, eşitsizliğin
olduğu, insanlı bir tarihi aydınlatıyor Galeano. Bu nedenle de bütün kitaplarının
başköşesinde 'adalet' ve 'vicdan' oturuyor
En son ne zaman birine kitap hediye
ettiniz? Bu demode alışkanlık, geçen mayıs ayında Hugo Chavez’in Barack
Obama’ya bir kitap hediye etmesiyle yeniden canlandı. Olayın kahramanı, Eduardo
Galeano’nun Latin Amerika’nın Kesik Damarları kitabıydı. O günden sonra da
kitabın satışlarında hatırı sayılır bir artış gözlendi; sonraki üç hafta
boyunca, neredeyse her gün 1500 adet sattı. 1970’lerde yayımlanmış bir kitabın,
2009 yılında bir devlet başkanına hediye edilmesi, güncelliğinin altını da
çiziyordu aslında. Latin Amerika’nın halini -tarihini de arkasına alıp- anlatan
bir kitabın bunca yıldan sonra hâlâ günümüzün bazı gerçekleriyle paralellikler
taşıması düşündürücü değil mi?
Hugo Chavez daha sonra gazetecilere verdiği röportajında şunları söyledi: “Bu kitap, Latin Amerika tarihimiz için bir anıt niteliğinde. Tarihi, nasıl bir tarihten geldiğimizi öğrenmemizi sağlıyor.”
Latin Amerika’ya ‘ABD’nin arka bahçesi’ denmesi boşuna değil. Kuzey Amerika’nın, güneyine ve buradaki maden zenginliklerine göz dikmeyi kendine hak görmesi, Latin Amerika’da bir direnişler tarihi oluşturdu. Bu tarihe ışık tutmaya ve onu en doğru şekilde yansıtmaya kendini adamış olan Eduardo Galeano ise, Latin Amerika topraklarından çıkmış yazarlar ve devrimciler arasında haklı bir ün kazandı. Henüz Che gibi resmini tişörtlerde göremesek de -bunda üzülecek bir şey yok elbette- Latin Amerika ikonları arasında yerini şimdiden almış durumda.
Hugo Chavez daha sonra gazetecilere verdiği röportajında şunları söyledi: “Bu kitap, Latin Amerika tarihimiz için bir anıt niteliğinde. Tarihi, nasıl bir tarihten geldiğimizi öğrenmemizi sağlıyor.”
Latin Amerika’ya ‘ABD’nin arka bahçesi’ denmesi boşuna değil. Kuzey Amerika’nın, güneyine ve buradaki maden zenginliklerine göz dikmeyi kendine hak görmesi, Latin Amerika’da bir direnişler tarihi oluşturdu. Bu tarihe ışık tutmaya ve onu en doğru şekilde yansıtmaya kendini adamış olan Eduardo Galeano ise, Latin Amerika topraklarından çıkmış yazarlar ve devrimciler arasında haklı bir ün kazandı. Henüz Che gibi resmini tişörtlerde göremesek de -bunda üzülecek bir şey yok elbette- Latin Amerika ikonları arasında yerini şimdiden almış durumda.
Eduardo Galeano’nun yeni kitabı
Aynalar, yurtdışında yayımlanışından kısa bir süre sonra Türkçeye çevrildi ve
okurla buluştu. Galeano’nun son zamanlardaki yazınsal üslubunu açıkça yansıtan
kitap, kısa öykülerden ve denemelerden oluşuyor. ‘Neredeyse Evrensel Bir Tarih’
altbaşlığı, birazdan sayfalarını çevireceğiniz kitabın alıştığınız tarihten
farklı bir okuma vaat ettiğinin ipuçlarını veriyor. Çünkü Aynalar kitabında
Galeano, olaylara alışıldık tarih kitaplarının, özellikle de ‘resmi’ tarihin baktığından
bambaşka gözlerle bakıyor ve gösteriyor. Asık suratlı, neredeyse insansız bir
tarihi anlatan kitapların aksine, aşkın, yoksulluğun, kardeşliğin, eşitsizliğin
olduğu, insanlı bir tarihi aydınlatıyor Galeano. Bu nedenle de bütün
kitaplarının başköşesinde ‘adalet’ ve ‘vicdan’ oturuyor.
Galeano’nun vicdanı tüm dünyayı kucaklayan türden. Afrika kıtasının talan edilmesine gösterdiği tepkinin aynısını, kadının erkeğin malı haline dönüşmesine ya da çocuklara uygulanan şiddete de gösteriyor. Kapitalizmin doymak bilmezliğine direnmenin onurundan söz ediyor. Dünyadaki tüm olayların nasıl zincirleme bir halde birbirine bağlı olduğunu anlatırken, dünyanın bir ucunda kanat çırpan kelebeğin gerçekten de diğer uçta kasırgalar yaratabileceğini ispatlıyor.
Galeano’nun vicdanı tüm dünyayı kucaklayan türden. Afrika kıtasının talan edilmesine gösterdiği tepkinin aynısını, kadının erkeğin malı haline dönüşmesine ya da çocuklara uygulanan şiddete de gösteriyor. Kapitalizmin doymak bilmezliğine direnmenin onurundan söz ediyor. Dünyadaki tüm olayların nasıl zincirleme bir halde birbirine bağlı olduğunu anlatırken, dünyanın bir ucunda kanat çırpan kelebeğin gerçekten de diğer uçta kasırgalar yaratabileceğini ispatlıyor.
Unutmamak
gerek
Aynalar, dünyanın başlangıcına dair efsanelerden 20. yüzyılın olaylarına kadar uzanıyor. Dinlerin ortaya çıkışı, Tanrıların öfkeleri, keşifler, icatlar... Ya hiç bilmediğimiz ya da yanlış bildiğimiz, tarihin pek çok köşe başında duruyor Galeano. Kitabın son başlığı ‘Kaybolan Şeyler’le ise Aynalar’a özlü bir nokta koyuyor:
“Barış ve adalet haykırarak doğan yirminci yüzyıl, kanın içinde boğulmuş olarak öldü ve bulduğundan çok daha adaletsiz bir dünya bıraktı arkasında.Yine barış ve adalet haykırarak doğan yirmi birinci yüzyıl da önceki yüzyılın izinden gitmekte.
Ben çocukken, dünyada kaybolan her şeyin Ay’a gittiğine inanıyordum.Ne var ki, Ay’a giden astronotlar orada ne tehlikeli rüyaları, ne tutulmayan vaatleri, ne de kırık umutları buldular.
Eğer bunlar Ay’da değilselrr, neredeler o zaman?
Yoksa dünyada kaybolmadılar mı?
Yoksa dünyada saklanıyorlar mı?”
John Berger, Galeano için şunları söylemişti: “Eduardo Galeano yayımlamak, düşmanı yayımlamak gibidir: yalanların, eşitsizliğin, hepsinden önemlisi de unutkanlığın düşmanını. Suçlarımızı unutturmadığı için ona minnettarız. Onun şefkati yıkıcı, hakikati hiddetli.”
Gerçekten de Eduardo Galeano’nun en önemli meselesi unutmamak ve unutturmamak. Verili tarihi olduğu gibi benimsemektense onu irdelemek, farklı kaynaklardan araştırıp bağlantılar kurmak. Yalnızca Latin Amerika halkları değil, dünyanın dört bir yanı unutkanlıktan mustarip ya da unutturulma kurbanı. O nedenle, Eduardo Galeano gibi yazarları okumak, onlarla suç ortaklığı yapmak neredeyse elzem. Türkiyeli yayıncıların da bu suç ortaklığına katılması, biz okurlar açısından çok talihli bir durum.
Aynalar’a yalnızca tarih kitabı ya da yalnızca hikâye kitabı demek, onu tanımlamakta yetersiz kalacaktır. Eduardo Galeano, kalıplara sokmaktan özenle uzak durduğu olaylara yakışır, şiirsel bir üslupta yazmış metinlerini. Okurun bakış açısını, böyle ‘ciddi’ konular hakkında okurken rastlamaya alışkın olmadığımız renkli üslubuyla esnetmeyi amaçlamış sanki. Bunu başarmış da...
Sahi, en son ne zaman birine kitap hediye ettiniz?
Aynalar, dünyanın başlangıcına dair efsanelerden 20. yüzyılın olaylarına kadar uzanıyor. Dinlerin ortaya çıkışı, Tanrıların öfkeleri, keşifler, icatlar... Ya hiç bilmediğimiz ya da yanlış bildiğimiz, tarihin pek çok köşe başında duruyor Galeano. Kitabın son başlığı ‘Kaybolan Şeyler’le ise Aynalar’a özlü bir nokta koyuyor:
“Barış ve adalet haykırarak doğan yirminci yüzyıl, kanın içinde boğulmuş olarak öldü ve bulduğundan çok daha adaletsiz bir dünya bıraktı arkasında.Yine barış ve adalet haykırarak doğan yirmi birinci yüzyıl da önceki yüzyılın izinden gitmekte.
Ben çocukken, dünyada kaybolan her şeyin Ay’a gittiğine inanıyordum.Ne var ki, Ay’a giden astronotlar orada ne tehlikeli rüyaları, ne tutulmayan vaatleri, ne de kırık umutları buldular.
Eğer bunlar Ay’da değilselrr, neredeler o zaman?
Yoksa dünyada kaybolmadılar mı?
Yoksa dünyada saklanıyorlar mı?”
John Berger, Galeano için şunları söylemişti: “Eduardo Galeano yayımlamak, düşmanı yayımlamak gibidir: yalanların, eşitsizliğin, hepsinden önemlisi de unutkanlığın düşmanını. Suçlarımızı unutturmadığı için ona minnettarız. Onun şefkati yıkıcı, hakikati hiddetli.”
Gerçekten de Eduardo Galeano’nun en önemli meselesi unutmamak ve unutturmamak. Verili tarihi olduğu gibi benimsemektense onu irdelemek, farklı kaynaklardan araştırıp bağlantılar kurmak. Yalnızca Latin Amerika halkları değil, dünyanın dört bir yanı unutkanlıktan mustarip ya da unutturulma kurbanı. O nedenle, Eduardo Galeano gibi yazarları okumak, onlarla suç ortaklığı yapmak neredeyse elzem. Türkiyeli yayıncıların da bu suç ortaklığına katılması, biz okurlar açısından çok talihli bir durum.
Aynalar’a yalnızca tarih kitabı ya da yalnızca hikâye kitabı demek, onu tanımlamakta yetersiz kalacaktır. Eduardo Galeano, kalıplara sokmaktan özenle uzak durduğu olaylara yakışır, şiirsel bir üslupta yazmış metinlerini. Okurun bakış açısını, böyle ‘ciddi’ konular hakkında okurken rastlamaya alışkın olmadığımız renkli üslubuyla esnetmeyi amaçlamış sanki. Bunu başarmış da...
Sahi, en son ne zaman birine kitap hediye ettiniz?
http://www.radikal.com.tr/

Latin Amerika’nın hafızası
1940’ta Uruguay’ın başkenti Montevideo’da
doğan Eduardo Galeano, genç yaşlarından itibaren fabrika işçiliğinden banka
memurluğuna kadar çok çeşitli işlerde çalıştı. On dört yaşındayken El Sol
dergisi için politik bant karikatürler çiziyordu. Çocukluğundan beri en büyük
aşkı futboldu ama spordaki başarısızlığı onun sahaları uzaktan izlemesine yol
açtı. (Belki de bu güzel kitapları onun futbolcu olamamasına borçluyuz.)
60’ların başlarında başladığı gazetecilik kariyeri Galeano’nun yazarlık yaşamının
da dönüm noktası oldu. Kitaplarındaki akıcı üslubunu, tarih denizinde yüzerken
az kelimeyle çok şey anlatabilme becerisini de gazetecilik mesleğine borçlu
olduğunu söyler. Neredeyse her ülkenin makus talihi olan askeri darbe 1973’te Uruguay’ı
sarstığında, bir süre Arjantin ve İspanya gibi farklı ülkelerde yaşamak zorunda
kaldı. Latin Amerika’nın Kesik Damarları yazarın dünya çapında en çok satan ve
bilinen kitabı olmakla birlikte, Kucaklaşmanın Kitabı, Gölgede ve Güneşte
Futbol, Zamanın Ağızları, Ateş Anıları (3 cilt), Tepetaklak, Yürüyen Kelimeler,
Söz Mezbahası ve Biz Hayır Diyoruz kitapları da Türkçede yayımlandı.
‘Bu kitap çok deli bir projeydi’
Aynalar için ‘Neredeyse Evrensel Bir Tarih’ derken neyi kastediyorsunuz?
‘Bu kitap çok deli bir projeydi’
Aynalar için ‘Neredeyse Evrensel Bir Tarih’ derken neyi kastediyorsunuz?
Bilmiyorum, ‘evrensel bir tarih’ ya da
bunun gibi bir şey demek bana fazla vakur ve ciddi geldi. Ben tarihçi değilim.
Bu kitap çok deli bir projeydi. Zaman ve harita sınırlarının ötesine geçmeye
çalışmak çılgınca bir maceraydı. Görünmeyenler üzerinden insanlık tarihini
yeniden keşfetmeye, yeniden inşa etmeye çalışan, ırkçılık ve maçoluk,
militarizm, elitizm ve başka bir çok ‘izm’lerin oluşturduğu, yeryüzündeki
gökkuşağını yeniden keşfetmeye çalışmak için 600 kısa öyküden toparlandı.
Kitabın amacı nihayetinde, hiç kimse olamamışların ağzından hiç kimse
olamayanları anlatmaktı.
Son yıllarda neden kısa öyküler ve denemeler tarzına yöneldiniz? Büyük hikâyeleri anlatmak için neden bu biçim?
Son yıllarda neden kısa öyküler ve denemeler tarzına yöneldiniz? Büyük hikâyeleri anlatmak için neden bu biçim?
Enflasyona karşı savaşıyorum; parasal
enflasyona değil de sözcüklerin yarattığına. Hiçbir şey anlatmayan bir dolu
sözcük... Daha az sözcükle daha çok şey anlatmaya çalışıyorum. Bu bir meydan
okuma. Bu yüzden, orada bulunmayı gerçekten hak eden, sessizliğe tercih edeceğim sözcükleri
bulana dek, anlattığım hikâyeleri belki on-on beş kez yeni baştan yazıyorum.
Venezüella başkanı Chavez, ABD başkanı Obama’ya Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nı hediye ettiğinde ne düşündünüz?
Venezüella başkanı Chavez, ABD başkanı Obama’ya Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nı hediye ettiğinde ne düşündünüz?
O an bilmiyordum. Kısa süre önce ölen
köpeğim Morgan’la rutin yürüyüşümüze çıkmıştık; o olaydan sonra öldü, bu da
bizim son yürüyüşlerimizden biriydi. Komşum, “Tebrikler Eduardo. Çok satarsın
artık. Çok satan bir yazar olacaksın Eduardo” deyince çok şaşırdım. Dehşete
düşmüştüm. Çok satmak mı? Satmak istemiyordum. Neydi bu şimdi? Korkunç bir şey
olmuştu herhalde. “Tebrikler, çok başarılı oldun” da ne demekti? Başarılı olmak
istemiyordum. “Ne? Piyasada mı başarılı oldum yani?”
“Evet, dünyanın en çok satan adamı
sensin şimdi. Dünya seninle gurur duyacak.”
Ama bu benim için kötü bir haberdi.
Piyasanın en iyisi olmak istemiyordum. Sadece yazarak insanlarla iletişim
kurmak istiyordum.
Eh, Chavez de yeni Oprah oldu sayılır. Bildiğiniz gibi bunu Noam Chomsky için yaptığında, o da çok satanlar listesine girdi. Şimdi de size aynı şeyi yaptı...
Eh, Chavez de yeni Oprah oldu sayılır. Bildiğiniz gibi bunu Noam Chomsky için yaptığında, o da çok satanlar listesine girdi. Şimdi de size aynı şeyi yaptı...
Aslında, çok cömert bir davranış.
Gerçekten de kitap sembolik bir anlam kazandı.
Ama o kitaptan bu yana üslubum çok
değişti. Artık çok farklı bir şekilde yazıyorum, tekrara düşmeyi sevmem, ‘no
estoy arrepentido’, hiç sevmem, tek bir virgülde dahi.
Aslında, zenginlikle yoksulluğun,
özgürlükle köleliğin birbirine nasıl sıkı sıkıya bağlı olduğunu göstermesi
açısından önemli bir kitaptır. Yani, herhangi türden bir yoksulluk karşısında
masum sayılabilecek hiçbir zenginlik yok; aynı şekilde, kölelikle ilgisi
olmayan hiçbir özgürlük yok.
Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nın
amacı buydu, daha önce ayrı ayrı anlatılan tarihler ve tarihçilerin,
ekonomistlerin ve sosyologların kullandıkları kodlanmış anlatımlar arasında
bağlantılar kurmaya çalışmaktı. Bu nedenle, herkesin okuyup keyif alabileceği
bir türde yazmaya çalıştım. Casa de las Americas Ödülü’nü de bu yüzden alamadı
zaten, jüri kitabın ciddi olmadığına hükmetti. O zamanlar solcu entelektüeller
bir şeyin ciddi sayılması için sıkıcı olması gerektiğine inanıyorlardı. Bu
yüzden, sıkıcı değilse ciddi de değildi. Daha sonra, talihime bakın ki, askeri
diktatörlük kitabı çok ciddi bulup yaktı. Benim en iyi reklamım ve pazarlamam
da bu oldu.
Latin Amerika’nın Kesik Damarları kitabından Obama’nın ne öğrenmesini istersiniz?
Latin Amerika’nın Kesik Damarları kitabından Obama’nın ne öğrenmesini istersiniz?
Kimseye bir şey öğretmek istemiyorum. Asla.
Aslında, Obama ve ABD hükümeti, ya da halkı, ‘liderlik’ sözcüğünü ‘dostluk’
sözcüğüyle değiştirirlerse çok memnun olacağım. Çünkü liderlik, birinin
başkaları üstündeki tahakkümünü ifade ediyor. Gerçek insan ilişkileri yataydır,
dikey değil; yardımseverlik yerine dayanışma vardır ve başkalarının dayattığı
hiçbir sınır ya da sınıf yoktur. Dünyanın kuzeyi, Tanrı onları güneyin
öğretmenleri olsun diye yaratmışlar gibi davranıyor ve sürekli sınava çekme
halindeler. Mesela, Venezüella demokratik bir ülke mi? Biz karar vereceğiz,
çünkü demokrasi öğretmenleri biziz. Bu demokrasi öğretmenleri de askeri
diktatörlüğün fabrikaları aslında. Yani ABD, -aslında sadece ABD de değil, bazı
Avrupa ülkeleri de- askeri diktatörlük yönetimini tüm dünyaya yayıyorlar. Demokrasi
öğretmeye muktedir olduklarını sanıyorlar. Bu yüzden kimseye hiçbir şey
öğretmek istemiyorum. Tek istediğim, anlatılma- yı hak eden hikâyeleri anlatmak. Hepsi bu.
www.democraynow.org sitesinden derlenmiştir.
AYNALAR
www.democraynow.org sitesinden derlenmiştir.
AYNALAR
Neredeyse Evrensel Bir Tarih
Eduardo Galeano
Çeviren: Süleyman Doğru
Sel Yayıncılık
2009
387 sayfa, 20 TL
Eduardo Galeano
Çeviren: Süleyman Doğru
Sel Yayıncılık
2009
387 sayfa, 20 TL
.
http://bianet.org/biamag/dunya/119624-eduardo-galeanodan-haiti-dersleri
Eduardo Galeano'dan Haiti Dersleri
Galeano, "uygarlık tarihi"ni
tersinden yazdığı son kitabı "Aynalar"da Haiti'nin özgürlük
mücadelesini ve sömürülüşünü de anlatıyor: " İlk özgür ülke, gerçek
anlamda özgür ülke Haiti
olmuştur."
Montevideo - BİA Haber Merkezi
23
Ocak 2010, Cumartesi
Uruguaylı sosyalist
yazar ve gazeteci Eduardo
Galeano, son kitabı "Aynalar"da*
"uygarlık tarihini", hep yapmayı sevdiği gibi, "tepetaklak"
ediyor ve öyle anlatıyor. Bu kitap aynı zamanda, ayrımcılığın, baskıcı
iktidarın ve özgürlük mücadelesinin tarihi. Türkiye 'de medya, Haiti'nin
farkına ancak on binlerce kişinin öldüğü depremden sonra vardı. Galeano'nun
kitabından Haiti'yle ilgili bazı bölümleri alıntılıyoruz.
Beyaz Lanet
Haiti'nin siyah köleleri Napolyon Bonapart'ın ordusuna
esaslı bir şamar indirdiler. Ve 1804 yılında Özgürlerin bayrağı yıkıntılar
üzerinde yükseldi.
Zaten Haiti en başından beri hep acılar
çeken bir ülke olmuştu. Fransız şeker üretim sahalarına topraklar ve kölelerin
kol gücü kurban edildi. Ardından da savaş felaketi nüfusun üçte birinin telef
olmasına yol açacaktı.
Bağımsızlığın doğuşu ve köleliğin
ölümü, siyahların kahramanları, dünyanın beyaz sahiplerine yönelik affedilmez
aşağılamalar oldular.
Napolyon'un on sekiz generali isyancı
adaya gömülmüşlerdi. Kan
gölünde dünyaya gelen yeni ulus ablukaya ve yalnızlığa mahkum bir şekilde
doğdu: hiç kimse ondan bir şey satın almıyor, hiç kimse ona bir şey satmıyor,
hiç kimse onları tanımıyordu. Haiti,
sömürgeci efendisine karşı sadakatsiz davrandığı için Fransa'ya devasa bir
tazminat ödemek zorunda kaldı. Yaklaşık bir buçuk asır boyunca ödediği bu saygınlık
günahının kefareti, diplomatik tanınmaya karşılık olarak Fransa'nın ona
dayattığı bedeldi.
Onu resmen tanıyan başka bir ülke
olmadı. Her şeyini ona borçlu olmasına rağmen Simon Bolivar'ın
Büyük Kolombiya'sı bile onu resmen tanımadı. Oysaki Haiti Bolivar'a gemi, silah
ve asker verirken, öne sürdüğü yegâne koşul onun kölelere özgürlüklerini
vermesiydi, ama böyle dünce Kurtarıcı'nın kafasından geçmemişti bile. Bolivar
bağımsızlık savaşını kazandı, ama bir süre sonra düzenlenen yeni Amerikan
ulusları kongresine Haiti'yi davet etmeye karşı çıktı.
Haiti Amerikaların cüzamlısı olarak
kalmayı sürdürdü.
Thomas Jefferson daha başından beri
hastalığı o adada hapsetmek gerektiği konusunda uyarıda bulunmuştu, zira orası
kötü bir örnek teşkil ediyordu.
Hastalık, kötü örnek: itaatsizlik,
kargaşa, şiddet. Güney Carolina'da yasalar, bütün Amerika kıtası tehdit eden
kölecilik karşıtı coşkusunun bulaşma riskine karşı herhangi bir zenci
denizciyi, gemisi limanda bulunduğu sürece, hapse atmaya olanak sağlıyordu.
Bu coşkuya Brezilya'da verilen isim Haiticilik idi.
Kölelik Birçok Kez Öldü
Herhangi bir ansiklopediyi aç. Köleliği
ilk kaldıran ülke hangisi olduğuna bak. Ansiklopedinin vereceği yanıt bellidir:
İngiltere.
Gerçekten de, dünya köle ticareti
şampiyonluğunu kimseye bırakmayan Britanya İmparatorluğu günün birinde, insan
eti satışının artık eskisi kadar getirimli olmadığını anlayınca fikir
değiştirir. Londra köleliğin kötü bir şey olduğunu 1807'de keşfetmiştir, ancak
kararı yeterince ikna edici bulunmamış olsa gerek, otuz yıl sonra bunu ilk kez
yinelemek zorunda kalır.
Fransız Devrimi'nin sömürgelerdeki
kölelere özgürlüklerini verdiği de bir gerçektir, ancakölümsüz diye adlandırılan
özgürleştirici karar kısa süre sonra Napolyon Bonapart tarafından katledilerek
öldürülmüştür.
İlk özgür ülke, gerçek anlamda özgür
ülke Haiti olmuştur. Köleliği İngiltere'den üç yıl önce, yeni kazandığı
bağımsızlığını kutlarken ve unutulmuş yerli ismini tekrar elde ederken, şenlik
ateşlerinin aydınlattığı bir gecede kaldırmıştır.
Amerika Kıtasına Demokrasi Ekmenin Kısa Tarihi
1915'te Birleşik Devletler Haiti'yi
istila etti. Robert Lansing hükümet adına yaptığı açıklamada,vahşi yaşama
yönelik doğuştan gelen eğiliminden ve Medeniyete
yönelik fiziki yetersizliğindenötürü kendi kendini yönetme kapasitesine
sahip olmadığını ifade etti. İşgalciler orada on dokuz yıl kaldılar.
Vatanseverlerin lideri Charlemagne
Péralte bir
kapının üzerine çivilenerek çarmıha gerildi.
Siyah Olmak Yasak
Haiti ve Dominik Cumhuriyeti, Masacre
[Katliam] adındaki bir nehirle ayrılan iki ülkedir.
Daha 1937 yılında böyle anılıyordu, ama
nehrin adının bir kehanetin eseri olduğu daha sonra anlaşıldı: Dominik
Cumhuriyeti tarafındaki şekerkamışı tarlalarında çalışan binlerce Haitili işçi
bu nehrin kıyısında pala darbeleriyle katledildiler. Fare suratlı, Napolyon
şapkalı Generaller generali Rafael Leonidas
Trujillo, ırkı beyazlaştırmak ve hiç de saf olmayan kendi
kanındaki şeytanı kovmak için siyahların katledilmeleri emrini verdi.
Dominikli gazetelerinin bu olaydan hiç
haberi olmadı. Haiti gazetelerinin de öyle. Üç haftalık sessizliğin ardından,
bir şeyler yazılıp çilince Trujillo olayın abartılmaması konusunda uyardı, zira
ölenlerin sayısı on sekiz binden fazla değildi.
Uzun tartışmaların ardından ölü başına yirmi dokuz dolar
ödeme yapıldı. (EG/SD/TK)
Paradokslar arasında gezelim ve paradoksları kışkırtmaya devam edelim:
Aleijadinho, Brezilya’daki en çirkin adam, Amerika sömürge çağının en güzel heykellerini yaratmıştır.
Marco Polo’nın gezi kitapları, özgürlük maceraları, Ceneviz hapishanelerinde yazılmıştır.
Don Kişot de La Manşa özgürlük savaşçısı, Seville cezaevlerinde üretilmiştir.
Müziklerin en özgürü olan caz, ‘aşağılık zenci’ kölelerin torunları tarafından tarih sahnesine çıkarılmıştır.
En büyük caz gitaristlerinden çingene Django Reinhardt’ın sol elinde yalnızca iki parmağı vardı.
Grimod de la Reynière’nin, Fransız mutfağının büyük şefinin, elleri yoktu. O, demir kancalarla yazıyor, yiyor ve pişiriyordu. *Eduardo Hughes Galeano, Uruguaylı ünlü bir gazeteci, yazardır. Galeano'nun, Latin Amerika'nın Kesik Damarları da dahil pek çok kitabı birçok farklı dile çevrilmiştir. Yazı, Galeano'nun son kitabı Aynalar'dan ikinci seçmelerdir. İlk seçmeleri 'Yürüyen Bir Paradoks' adı altında daha önce çevirmiştik.
***
Marco Polo’nın gezi kitapları, özgürlük maceraları, Ceneviz hapishanelerinde yazılmıştır.
Don Kişot de La Manşa özgürlük savaşçısı, Seville cezaevlerinde üretilmiştir.
Müziklerin en özgürü olan caz, ‘aşağılık zenci’ kölelerin torunları tarafından tarih sahnesine çıkarılmıştır.
ATILIM
Marco Polo’nın gezi kitapları, özgürlük maceraları, Ceneviz hapishanelerinde yazılmıştır.
Don Kişot de La Manşa özgürlük savaşçısı, Seville cezaevlerinde üretilmiştir.
Müziklerin en özgürü olan caz, ‘aşağılık zenci’ kölelerin torunları tarafından tarih sahnesine çıkarılmıştır.
ATILIM


