Yerin Yedi Kat
Altı
Ferhat Kentel
2016-08-07 -
Bizim
memlekette çeşitli kesimlerin her durum karşısında inanılmaz bir uyum
kapasitesi var. Mesela bir türkücü var; Hrant öldürüldüğü zaman, onu öldüren
Ogünlere falan “vatansever” methiyeler düzmüştü.
Bugün sosyal
medya, bu “vatansever” türkücünün geçmişte, her dönemin en güçlülerine sürekli
methiyeler düzen biri olduğunu hatırlatıyor bize...
Yani onun
kahramanlığının sadece en güçlülerin koltuğunun altında, Türkiye’nin en namlı
darbecisi Kenan Evren’e ve “onun vatanı kurtarmasına” methiyeler düzerken ortaya
çıktığını görüyoruz. Ya da, benzer karakterlerde olduğu gibi ve gayet
beklenebileceği gibi, bugünkü namı “FETÖ’nün ele başı”na dönüşmüş olan
Fethullah Gülen’e düzdüğü türkü görünümlü methiyelerde de görüyoruz...
Ya da bugün
Ali Bulaç’ın tutuklanmasını eleştirdiği için Alev Erkilet’i “FETÖcü” ilan edip,
linç etmeye kalkışanlar... 28 Şubat’ın en baskıcı dönemlerinde, birileri
başörtüsü için “teferruat” derken, üniversitesinden başörtüsü nedeniyle
uzaklaştırılan ve zerre kadar eğilip bükülmeden, düşüncelerinden taviz
vermeden, sessiz sedasız entelektüel faaliyetlerine devam eden Alev Erkilet’e
bu saldırıları yapanların da bugünün “FETÖ lideri”, dünün “hoca efendisi”
hakkında geçmişte yapmadıkları methiyenin kalmadığını bilmek de hiç şaşırtıcı
gelmiyor nedense...
Yani her
devrin adamları... Güce tapan, güçlünün yanında durarak postunu kurtaran zeki,
çevik, kurnaz “vatansever” vatandaşlar...
Ama bu sadece
üç-beş vatandaşın meselesi mi? Pek emin değilim...
Kaknüs
Yayınları Editörü Mahmut Feyzi Erdal’ın bana yönelttiği “15 Temmuz’da halk ve
polisler mücadele ederken TSK içindeki çoğunluğu oluşturan vatansever
askerlerimiz niçin bu darbeye karşı başkaldırıda bulunmadı?” sorusunda yatan
korkunç şüpheleri biraz deşelim.
Bu sorunun
cevabının muhakkak bilinmesi lazım. Ve sivil siyaset otoritesinin istihbarat
birimlerinden alacağı bilgiyle bunu cevaplandırması lazım.
Çünkü bu
soruya açıkça ve samimi cevaplar verilemezse, Türkiye demokrasisinin tepesinde
her daim sallanan darbe belalarından pek kurtulma imkanı bulamayacağız.
Ben ise bu
soruya cevap verebilecek istihbarı bilgiye zerre kadar sahip değilim.
Sadece
spekülasyon yapabilirim ve yapacağım bu spekülasyonların birisi hariç,
hiçbirinden emin değilim.
-Öncelikle
şundan eminim: “vatansever askerlerimizin”, “başkaldırıda” bulunmaları söz
konusu değildi. Onlardan sadece darbeci ayaklanmayı “bastırmaları” beklenirdi.
-Öte yandan,
aslında Türkiye'nin ordusu belki de hiçbir zaman “kahraman” bir ordu olmadı.
Birileri bu darbeye kalkışırken, diğerleri (“vatansever askerler”) gözlerinin
önünde katliamlar gerçekleşirken, “neme lazım, aman biz karışmayalım” ruh
halindeydiler belki de...
-Belki de
bütün ordu aslında darbeciydi; dolayısıyla bir kısmı harekete geçerken,
diğerleri sağlam kalmayı ve ileride -başka darbeler için- devreye girmeyi
beklediler.
-Ya da darbeye
karışmayanlar zaten darbecilerin darbe yapacaklarını, ancak onların yeteri
kadar güçlü olmadıklarını biliyorlardı. Dolayısıyla ordu içindeki rakiplerini
temizlemek için bu mükemmel fırsatı beklediler. “Bırakınız yapsınlar”ı
oynadılar ve Cemaatçi darbeciler de açığa çıktılar. Üstelik, asker kurşunu ve
topuyla yüzlerce insan şehit olurken, “darbeye karışmayanların” o
insanları korumak için kılları kıpırdamadı. Ve gene üstelik darbeciler halkın
ve polisin direnişiyle tam manasıyla sopa yerken, onlar parmaklarını oynatmadan
kendilerini korudular; hem ordunun içinde hakimiyeti ele geçirdiler hem de
düşmanlarını bertaraf ettiler.
Bu onların çok
işine yaradı ama devletin yeniden kurulumu ve konsolidasyonu açısından da gayet
işlevsel oldu. Yeniden mobilizasyonla, yeniden “milli ruh” eşliğinde...
Ve bu arada
sokaklarda konvoylar geziyor, “En büyük asker bizim asker!” diyerek...
Her şey klasik
rayına oturuyor yani...
