DR. ALPER HASANOĞLU - alper@alperhasanoglu.com
Mutsuzum, çünkü susuyor ve hiçbir şey yapmıyorum. Bu nedenle suçluyum!
Varoluşçuluk felsefesinin en önemli düşünürlerinden biri olan Karl Jaspers iki dünya savaşı arasında Yahudi bir kıza âşık olmuş ve onunla evlenmişti. Önce psikiyatri ihtisası yapmış, ardından da Heidelberg Üniversitesi Felsefe Kürsüsü’nde felsefe çalışmaları yapmaya başlamıştı.
Bir üniversite kenti olan Heidelberg’in entelektüel ve kültürel ortamı içinde Nazizmin hızla yükselişinden neredeyse hiç etkilenmeden çalışmalarını sürdürüyordu. Gerçi varoluş felsefesinin bir diğer önemli düşünürü, Varlık ve Zaman’ın yazarı Martin Heidegger’in Freiburg Üniversitesi’ne rektör seçildikten sonra yaptığı konuşma onu ürkütmüştü ürkütmesine ama yaptığı tek şey Heidegger’e bir mektup yazarak hayal kırıklığını ifade etmek ve onunla ilişkisini kesmek oldu.
Oysa karısının erkek kardeşi uyarıp duruyordu onu. Hitler’in iktidara gelişinden çok önce Yahudilerin fırınlarda yakılacağından korktuğunu anlatıyordu Jaspers’a, akşam yemeğinden sonra dört duvarı kitaplarla kaplı çalışma odasında kahve ve konyaklarını yudumlarlarken.
Jaspers ona gereksiz yere telaşlandığını söylüyor, Alman ırkının sağduyusuna güvenmesi gerektiğini vurguluyordu. Jaspers sakindi, ta ki ders vermesi yasaklanana ve kitaplarının yeni baskılarının yapılmasına izin verilmemesine kadar.
Neden ders verilmediğiyle ilgili net bir açıklama da yapılmıyordu kendisine. Bir başka Yahudi yazarın Hitler’den çok önce anlatmış olduğu o Kafkaesk dünyadaydı sanki. Suçluydu ama neden suçlu olduğu söylenmiyordu kendisine. Neye karşı çıkması gerektiğini bilmiyordu.
Yahudi soykırımı başladıktan sonra da harekete geçmekten korktu Jaspers. Ne yapacağını da bilmiyordu. Evet önemli bir felsefeciydi, etkili bir kalemdi ama yazdıkları yüzünden Yahudi karısına zarar gelmesini de istemiyordu.
Gün geldi, yiyecek bir şey bulamadıkları oldu. Bir ara kendilerini öldürmeyi düşündüler. Stefan Zweig ve karısı gibi. Vazgeçti, mücadele etmek gerektiğine karar vermişti sonunda ama artık gerçekten yapabileceği bir şey yoktu. Almanya karısını ve kendisini bir toplama kampına götürmek üzereyken, Amerikan birlikleri Heidelberg’e girdi. Jaspers Almanların elinden Amerikalılar tarafından kurtarılmış olmanın kederini duyduğunu yazdı günlüğüne.
Daha sonraki aylarda yayımlanan ilk eseri, toplumsal suçluluk duygusu üzerineydi. Özetle, eğer bir toplumda bireyler yanlış olduğunu bildikleri bir şeyin yapılmasına ses çıkarmıyorlarsa, bu yanlış kendi kapılarına dayanana kadar ülkede yapılanları görmezden gelmeyi tercih ediyorlarsa, suçludurlar, diye yazdı. Alman ulusu suçludur, diye ekledi, üstüne basa basa.
Geçenlerde masasını iki tanımadığım kişiyle paylaştığım bir esnaf lokantasında karnımı doyururken, yanımdakilerin yüksek sesle de konuşmaları yüzünden sohbetlerine kulak misafiri oldum. Partinin ilçe başkanlığında görev yaptığını anladığım kişi, tek bir telefonla birinin işine nasıl son verdirdiğini anlatıyordu gururla. Ben sustum. Nedense aklıma Jaspers geldi o esnaf lokantasında.
Bir danışanım çocuklarının bu düzende yaşamasını istemediği için Kanada’ya göç etmekten bahsediyordu. Çekip gitmenin tek çözüm olduğunu anlatıyordu. Ben sustum. Tam arkasındaki kitap raflarında Jaspers’ın siyah beyaz portresi bana bakıyordu.
Hepimiz korkuyoruz. Korkmakta da haklıyız belki. Hepimizin ailesi, çocukları var. Üstelik ben bu ülkenin şanslı kesimindenim. İstanbul’da doğdum, ailemin durumu nedeniyle hiçbir zaman ekonomik sıkıntı çekmedim. Türkiye’nin en iyi okullarından birinde okudum. Doktor oldum. Yıllarca İsviçre’de bulundum. Çok severek yaptığım bir mesleğim var. Hayatımda aslında kendimi en iyi hissetmem gereken bir dönemdeyim. Çıktığından beri bir okur olarak takip ettiğim gazetede bir köşem var. Türkiye’nin en eski yayınevinden yayımlanmış iki, yayımlanmak üzere olan bir kitabım var. Bir psikoterapi dergisi çıkarıyorum. İki tane çok sevdiğim çocuğum var.
Oysa mutsuzum, çünkü susuyor ve hiçbir şey yapmıyorum.
Bu nedenle de suçluyum!

