Friday, September 14, 2012

Türkiye’de Kadın Algısı


Kadın, erkek egemen sistemin altında ezilen bir cinsel kimlik olarak tanımlanabilir. Kadın, dünyanın hemen hemen bütün bölgelerinde, toplumun bütün katmanlarında çok farklı ve çeşitli sorunlardan mustarip oluyor. Şüphesiz, yaşadığımız ülke; Türkiye’de yaşayan, yaşamaya çalışan kadınlar da fazlasıyla, mevcut erk düzen tarafından eziliyor. Ancak şu ülkede kadın şu kadar ezildi, şurada daha fazla cinsiyetçi reflekslere maruz kaldı diye sınıflandırma ve karşılaştırma yapmayacağım. Çünkü mağduriyetler arası hiyerarşi olmaz. Bu yazımda, Türkiye de var olan cinsiyetçiliğin nedenlerine değinmeye çalışacağım. Bu temada şekillenecek olan Türkiye fotoğrafını gözlemlerimle destekleyeceğim.
Yaşadığımız coğrafya da kadınlar taciz ediliyor, tecavüz ediliyor ve intihar ediyorlar. Bütün bu vahim olayların nedenleri toplumun büyük çoğunluğunda irdelenmiyor. Sonuç üzerinden pragmatik çözümler üretiliyor. Neden-sonuç ilişkisinde, nedeni oluşturan dinamikler göz ardı ediliyor. Yani kadın sorunu, nedeni enine boyuna irdelenmeyen kronikleşen bir sorun halini alıyor. Peki neden kadınlar şiddete, tecavüze, tacize maruz kalıyorlar? Kadın neden toplumun büyük kesiminde ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor? Bütün bunların oluşumuna zemin hazırlayan saikleri, bulmak pek de zor değil. Öncelikle erkek egemen sistemin ürünü olan kişilerin zihnindeki kadın algısına bakmak lazım.
Sosyal hayat içerisinde kadını zihninde nasıl konumlandırdığı teşhis edilmeli. Bu kişilerin oluşturduğu çevreler de kadın algısı ikiye ayrılıyor. Bu çevrelerin oluşturduğu ahlak ve terbiye normlarına riayet eden kadınlar, bu normlara riayet etmeyen kadınlar. Birincisi ahlaklı olurken diğer aşüfte kategorisine dahil ediliyor. Bu algıda, belirlenen normlara riayet etmeyen kadınlara şiddet, taciz tecavüz reva görülüyor. Hatta bu çevrelerde bu vahşet durumlar meşrulaştırılıyor.Genellikle bu kadınlar kendi mahrem alanları dışında kalan kadınlar oluyor. Kendi mahrem alanlarındaki kadınlara ise şiddet sarmalındaki reflekslerini bireysel ahlaki normlarını referans göstererek uyguluyorlar.İkinci kategoride yer alanlara, devletin cinsel arzu üzerinden erkekler ile anlaştığı ve devlet güvencesinde yer alan genelevlerde çalışan seks işçilerini örnek gösterebiliriz. Her tür cinsel arzusunu burada gideren bu kişiler, dışarıda seks işçilerini, çevrelerindeki sıradan faşizm motifli muhabbetlerine konu ediyorlar. Teorik anlamda yetinmeyip, sosyal yaşam içerisinde barınmalarını engelliyorlar. Tıpkı pavyon kültürüne sahip erkek söylem gibi. Bilhassa Anadolu da erkeklerin cinsel hazlarını gidermeye yönelik oluşturulmuş eğlence platformları, pavyonlar da kadın bedeni aşağılanıyor, sömürülüyor. Kadının adeta objeleştiği bu alanlarda, kadın algısı bu örnekle aşikar olmuş oluyor.  Kendi mahrem alanındaki kadınları kendi ahlak normlarına entegre etmeye çaba eden erkek, pavyonlarda çalışan kadının bütün bu normları alt üst etmesini istiyor. Bütün bunları yaparken de bir beis görmüyor.Erkek kendi eliyle ironi dolu bir tablo koyuveriyor ortaya. Bu oluşan tablo, hangi perspektiften yorumlanırsa yorumlansın, kadının algıda nasıl konumlandığı anlaşılabiliyor. Buradan başka bir sonuç daha ortaya çıkıyor, sistemin ürünü olan bu kişiler, zihinlerinde dizayn ettikleri düzeni, toplumun bütününe inşa etmek istemiyor, sadece kendi mahrem alanlarındaki kadınları kapsamasını istiyor. Toplumun bütününde tezahür bulursa bu düzen, genelevlerde ve pavyonlar da çalışan kadınlar nereden gelecek? Kadını obje ve mal olarak tasvir ediyorlar. Günlük pratiklerde bu tasvire endeksli gelişiyor.  Bu algı fazlasıyla kemikleşmiş bir yapıda. Öyle ki nesilden nesle aktarılan deyimler, atasözleri bu algıyı pekiştiriyor. Kızını dövmeyen dizini döver gibi bir atasözü mevcut bu topraklarda ne de olsa. Ayrıca kadın gibi gülmek, ağlamak, eylemlerinde kadın garabet bir cinsel kimlik olarak vurgulanıyor. Oysa ki eylemin rengi olmaz. Bütün bunlar  sürekli sistem tarafından da palazlanıyor. Peki bu var olan algı nasıl değiştirilebilir. Değişime toplumsal cinsiyet dersi ile başlanmalı. Yapılan bir deneyde çocuklara insan resmi çizilmesi isteniyor, çocukların hepsi erkek resmi çiziyor. İnsan önce erkek. Kendi ilkokul yıllarımdan hatırlıyorum, ders kitaplarında ki aile fotoğraflarında anne evde hizmet eden kişi, baba ise gazete okuyan kişi olarak yer alıyor.  Bütün bunlar, algıda ki kadının, sistemin istediği şekilde biçimlenmesini destekliyor. Daha çocuk yaşta iken , insanlara bu konuda eğitim verilmeli. Durumun trajik yanı bu algıyı benimseyen kişiler sadece erkekler değil, zihniyete sahip kadınlarda var. Yani kadının ezilmesi kadın eli ile de desteklenebiliyor. Bu da erkek egemen erkin en büyün başarılarından biri olmalı. Eğitim noktasında rejim ve aile işbirliği içinde olmalı. Her aile, çocuğunu ve her rejim,gençliğini kendi şekline ve gayesine göre yetiştirmek ister. Türkiye’de de, aile ile rejim bu konuda mutabakat halindedir. Toplumsal cinsiyet konusunda da mutabakat sağlanırsa, gelecek nesiller bir ihtimal cinsiyetçiliği içselleştirmez. Sonuç olarak,  Türkiye de her gün kadınlar taciz ediliyor,tecavüz ediliyor,öldürülüyor. Bütün bunlar gündemde sürekli yer alıyor. Fakat toplumda yeteri kadar yankı bulmuyor bu sorun. Yazımı Murat sevinç’ten bir alıntı yaparak bitiriyorum. Türkiye’de erkek, olup bitenler karşısında önce, yalnızca erkek olduğu için mahcubiyet hissetmeli ki öldürülen, taciz edilen, intihar eden, kendisini yakan kadın fotoğraflarındaki gözlere bakabilsin. ALINTI