İlk Dersimizin Konusu: 'Kolonyalist Aklın Evrenselliği İlkesi'...
İrlanda Kurtuluş Ordusu’nun (IRA) siyasi ve askeri kadrolarından
Bobby Sands 1 Mart 1981 yılında Maze cezaevinde bir grup yoldaşıyla
birlikte başlattığı açlık grevi 39. gününe girdiğinde Kuzey İrlanda’nın
Fermanagh ve South Tyrone bölgesinden Britanya Parlementosu’na
milletvekili seçilecekti. İrlanda halkının ölüme yatmış bu direngen
adama teveccühü o güne kadar açlık grevi direnişi hakkında neredeyse
doğru dürüst tek satır karalamayan İngiliz basını ve siyaseti üzerinde
soğuk duş etkisi yaratmıştı. Dönemin Muhafazakar Partili Başbakanı
‘Demir Lady’ lakaplı erkeksi kadın kürsüden şöyle gürlüyordu: “Onlara
asla politik statü vermeyeceğim.”
Bu buyurgan sözün kararlı tonu, Margaret Thatcher’ın işçi
sendikalarıyla kapışmasından İrlanda sorununa güvenlik konseptiyle
yaklaşımına siyasal yaşamın birçok alanında uyguladığı baskıcı
politikaların kuyruğuna takılmış sağ kanat basın için yeni bir mesai
döneminin başlaması anlamına geliyordu. Bu gönüllü kamu mesaisi IRA ve
IRA’nın siyasi amaç ve mücadelesini olmadık iftiralarla karalama üzerine
kuruluydu.
Kampanyanın özü kolonyalist aklın evrensel zihni alışkanlıklarına
dayanıyordu: IRA’lı siyasi tutsakları kendi hayatları üzerinde karar
verebilen, öz irade sahibi politik özneler olmaktan çıkarmak. Açlık
grevine girenler kendi iradeleriyle değil, olsa olsa “örgüt şeflerinin
talimatıyla” böylesi provakatif bir eyleme girişmişlerdir. Güneş
batmayan bir imparatorluk saldırgan bulvar medyası ve emperyal birikim
sahibi siyasi kurumlarıyla elbette “cezaevlerindeki bu politik şantaja
boyun eğmeyecekti.”
Örneğin Sunday Express gazetesinin editörü John Junor,
Sands’ın ölümünden birkaç gün önce şöyle yazıyordu köşesinde: “Bobby
Sands öldüğünde göz yaşı dökmeyeceğim. Tek umudum şu; bütün diğer IRA’lı
teröristlerin de ona sempati duyarak aynı şekilde açlık grevine girmesi
ve tabuta girinceye kadar bu grevi sürdürmeleri.”
Sunday Express’in ırkçı editörü zıvanadan çıkmış
bedduaları konusunda yalnız değildi elbette. Sands açlık grevinin 66.
gününde yaşamını yitirdiğinde Daily Mail onu “ahlaki bir hilebaz”
olmakla suçlayacaktı. Daily Telegraph ise İrlandalı seküler bir azizin
siyasi amaçları uğruna gözünü kırpmadan ve metanetle ölüme gitmesinin
“saptırılmış ve gaddarca” bir cesaret örneği olduğunu yazıp, grevin
hiçbir kazanıma yol açmadığını iddia ederek “şantaj başarısızlıkla
sonuçlandı” diyordu. Bulvar basınının en puslu aynalarından Daily Mirror
ise, Bobby Sands’ın trajik ölümünü acınacak bir son olarak tanımlayıp
“O, İRA şeflerinin talimatıyla başlatılan ölümcül bir oyunun vasat bir
parçasından başka biri değildi” diyordu.
Görkemli bir kitle yürüyüşüne dönüşen Bobby Sands’ın cenaze töreni
ise İngiliz basın tarihinde ırkçı ve kolonyalist söylemin kutlu bayramı
ilan edilebilcek türdendir. Sunday Express manşetini Sands’ın cenaze
töreninde kortejin en önünde babasının yol arkadaşlarıyla birlikte
yürüyen 8 yaşındaki oğluna ayırmıştı: “Savaşın kederli bir piyonu”.
Haber şöyle devam ediyordu: “Ona babasının bir kahraman olduğunu
söylediler. Ve onu hiçbir zaman anlamayacağı bir sahnenin içine çekerek,
bir İRA şehidinin cenaze töreninin ilgi çekici figürü yaptılar.”
Grevin başarısızlıkla sonuçlandığı propagandası dönemin
gazetelerinin ortak temasını oluşturuyordu neredeyse. Sun gazetesine
kalsa tutukluların talepleri zaten “absürttü”.
Sunday Express, Sands’ın mezarında zafere ulaşamayacığını ilan ederek “Bobby Sands’ın gölgesi yok olup gidecek” diye müjdeliyordu.
Times gazetesi ise cezaevi koşullarının düzeltilmesi ve IRA tutuklularına politik tutuklu statüsü verilmesini içeren taleplerin karşılanmayacağından o kadar emindiki grevde hayatını kaybeden 10 kişi için “boşuna harcanmış hayatlar” diyordu. Muhafazakar cenahın amiral gemisi Daily Telegraph’a göre de bu ölümler hak aramak anlamında “gereksiz ve mantıksızdı.”
Peki 10 politik tutuklunun hayatına mal olan o tarihi açlık
grevinden sonra cezaevlerinde ne değişti? Tutukluların öne sürdüğü beş
talep de hem içerde hem de dış kamuoyunda ciddi şekilde yıpranan
Thatcher hükümeti tarafından kısa sürede ve sessiz sedasız bir şekilde
kabul edildi. Ancak açlık grevinin gerisindeki meşru politik dinamikler
İngiliz siyasi elitleri tarafından hiçbir zaman topluma doyurucu bir
şekilde açıklanamadı. Politik bir eylemi her türlü çirkin yol ve
yöntemle manüpüle etmeye çalışan dönemin egemen muhafazakar gazeteleri
ile bulvar basını ise entellektüel ve vicdani bir açlığın travmalarını
bugün bile üzerinden tam olarak atabilmiş değil.
Bazı analistler bulvar basınının o günlerde devlet desteği ve
teşvikiyle İrlanda ulusal hareketine karşı geliştirdiği sansasyonel ve
saldırgan dilin ilerleyen yıllarda İngiliz bulvar medyasının kültürel
çürümesini beraberinde getiren önemli nedenlerden biri olarak kabul
ediyor. 2011 yılında patlak veren ‘tele kulak’ skandalından sonra
kurulan Leveson Araştırma Komisyonu’nun soruşturmaları sırasında hem
toplum hem de siyasi elit medyada yaşanan çürümenin ulaştığı boyutlarla
ilk kez yüzleşecekti bir anlamda.
Dönemin sağcı basınının, nesnel kanıtlardan yoksun subjektif
temmenilere dayalı başarısızlık iddialarına karşın, IRA kadrolarının
öncülük ettiği ‘kolonyalist politikalara paydos grevi’ İrlanda ulusal
kurtuluş hareketinin geleceğine ve kitlesel gelişimine damga vurdu
denebilir. Bazı siyasi analistlere göre İrlanda halkına önemli hak ve
özgürlükler sağlayan Hayırlı Cuma Anlaşması’nın zafer tohumları o sessiz
azizlerin beden orucuyla atılmış oldu. Aradan onca zaman geçtiği halde
bugün bile sıradan bir İrlandalıya İrlanda Cumhuriyetçiliğinin temeli
neye dayanıyor, diye sorarsanız alacağınız cevap büyük ölçüde bellidir:
Bobby Sands ve arkadaşlarının haklı direniş mirasına.
Gazete manşetleri üzerine analizleriyle bilinen Guardian’dan
Roy Greenslade 1968’den 1998’e kadar şiddetlenerek artan İrlanda
sorununda İngiliz popüler ve sağ kanat basınında ‘yandaş’ ve taraflı
yayıncılığın bulaşıcı bir hastalığa dönüştüğü konusunda önemli bir
tespitte bulunuyor. İrlanda ulusal hareketini yakından takip eden
Greenslade “Maze cezaevindeki açlık grevi dışarıyı muazzam şekilde
etkiledi. Gazeteler bu gerçeği yazmadığı için Britanya halkı bunu fark
etmedi. Birçoğu bugün bile bu hakikati anlamış değil” diyor.
Türkiye cezaevlerindeki Kürt siyasi tutukluların başlattığı açlık
grevlerinde bedenler protest bir orucun Golgotasından ölümün karanlık
kıyısına hızla inerken merhamet yoksunu İslamcılıktan, akıl fukarası
Kemalistiliğe, ‘insanı yaşatki devlet yaşasın’ Liberal bönlüğünden, üç
kuruşluk istikbal uğruna yerel mevzisini terk etmiş taşralı-etnik aydın
Sağduyuculuğuna Türkiye basınının ve siyasetinin politik bir vaka
karşısında takındığı acemi kolonyalist edayı anlamak için yukardaki
kıssada geçen ülke, kişi ve gazete adlarını sadece yerli malı bir pazıla
uygun şekilde yerleştirmeniz kafi. O zaman, bugünkü dersimiz yakın
dönem beden ve ahlak tarihi olsun; ilk konumuzun başlığı ise
‘Kolonyalist Aklın Evrenselliği İlkesi’...