Tuesday, May 7, 2013

‘İntikam alacaktık, Mandela yasakladı’


'İntikam alacaktık, Mandela yasakladı'
AHMET İNSEL
Bizi ezen beyazlardan intikam alınmasını istiyordum. Mandela bana ‘Barışacağız, başka çaremiz yok’ dedi. Ben de kabul ettim.
‘İntikam alacaktık, Mandela yasakladı’ Sparks Mlilwama Güney Afrika daki barışta umudu da hüsranı da yaşamış.
Güney Afrika hükümetinin davetlisi olarak, Democratic Progress Institute’ün düzenlediği karşılaştırmalı araştırma ziyareti için altı gündür Güney Afrika’dayız. Türkiyeli milletvekilleri, gazeteciler ve öğretim üyelerinden oluşan heyetimizin yaptığı bir dizi önemli görüşmenin özetlerini, izlenimleri eşliğinde Cengiz Çandar Radikal’de, Ali Bayramoğlu Yeni Şafak’ta, Mithat Sancar Milliyet’te yazı dizileri olarak etraflı biçimde aktarıyor. Ben size Nelson Mandela ve binlerce ANC militanının yıllarca hapis yattıkları Robben Adası’ndaki müzeye dönüştürülmüş hapishaneyi bize gezdiren mihmandarımız Sparks Mlilwama’dan biraz bahsedeceğim.
Sparks, 1982’de 17 yaşında Robben Adası’na hükümlü olarak gelmiş ve bu ada hapishanesinde sekiz yıl, yani barış sürecinin ilk adımları atılana kadar kalmış. 5682 numaralı hükümlü Sparks, ANC’nin silahlı kanadının militanı imiş. Irk ayrımcısı hükümetin mahkemelerinde terörist olarak hapis cezası almış. Kendisi silahlı sabotaj suçlusu olarak hüküm giymiş. ANC militanı olarak yaptığı işin örgüte militan devşirmek olduğunu söylüyor.
Mandela’nın serbest bırakılmasını takiben, ırk ayrımcılığına son veren adımların atılması ve buna bağlı olarak barış sürecinin başlamasıyla zor bir karar almak zorunda kaldığını samimiyetle ifade ediyor. “Ben bizi ezen, bize zulmeden, bizim onurumuzu ayaklar altına alan beyazlardan intikam almayı, alınmasını istiyordum. Ama Mandela şahsen bana ‘Barışacağız, başka çaremiz yok; intikam alırsak bütün Güney Afrika iç savaşa gidecek’ dedi. Bize intikam almayı yasakladı ve ben de bunu kabul ettim” diyor, yüzünden hiç eksik olmayan belli belirsiz bir hüzünle. Heyetimizden birçok kişinin aynı anda sorduğu “Şimdi pişman mısın?” sorusuna, “Hayır değilim. Başka yol yoktu ve Mandela intikamı yasaklamıştı” diyerek cevap veriyor. Bu konuda ne büyük bir iç fırtınası yaşamış olduğunu, size bakarken bile sanki ufka bakıyormuş hissi veren bakışları ve göğsü hizasında birbirine kenetli tuttuğu elleri anlatıyor.
Irk ayrumcılığına son verilmesinin ardından Sparks gibi bazı mahkûmlar, toplumsal barışı desteklemek için Robben Adası’nda kalmayı tercih etmişler. Adada kalıp burada yaşananların tanıklığını yapmaya, başkalarına anlatmaya hayatlarını hasretmeye karar vermişler. Sparks, sırtında taşıdığı büyük bir yükün ağırlığı altında ezilirmişçesine attığı yavaş adımlarla ilerlerken monoton ve yumuşak bir sesle bu seçimin aynı zamanda kendisi için bir terapi işlevi gördüğünü de söylüyor. Hapishane müzeye dönüştürüldüğünden beri adada yaşıyor. Bu göreli izole ve yoksun yaşamın kendisi için zor olup olmadığını sorduğumuzda, yarı acı bir gülümsemeyle verdiği yanıt “Hiç olmazsa bu adada güvenlik sorunu yok” oluyor.
Bugün Güney Afrika, bir yandan Afrika’nın en demokratik, özgürlüklerin en güçlü biçimde korunduğu ülkesi. Diğer yandan Cape Town hariç, kent sokaklarında güvenliğin en az olduğu ülkelerden birisi de burası. Bir de kadınlara yönelik cinsel tacizin en yüksek olduğu ülkelerden biri.
Sparks, sadece birkaç yüz kişi yaşadığı için güvenlikli olan, Cape Town’ın 12 km. açığındaki bir adada yaşadığı için göreli şanslı saymıyor herhalde kendini. Nüfusun % 40’ının işsiz olduğu, nüfusun % 10’unun –ki ezici çoğunluğu beyaz- zenginliğin % 80’ine sahip olmaya devam ettiği bir ülkede, müze mihmandarlığı gibi bir işi olduğu için kendini şanslı sayıyor olması daha güçlü bir ihtimal. ANC’nin daha üst düzey kadrolarının yirmi yıla yakın bir süredir iktidar olanaklarına sahip oldukları, siyahlar arası gelir dağılımının da hızla arttığı düşünülürse, 17 yaşında hapse girmiş, 25 yaşında serbest kalmış, artık 48 yaşına gelmiş ve hapis yattığı yerde şimdi mihmandarlık yapan Sparks Mlilwama, Güney Afrika’da yaşanan büyük ve güzel dönüşümün tüm umut ve hüsranlarını, gurur ve hayal kırıklıklarını özetliyor. Kendisiyle vedalaşırken, Sparks’a otuz yıl önce ne için mücadeleye atıldığını soruyorum. “Her şeyden önce Afrikalıların onurlarını kazanmak için” diyor ve bunu başardıklarını ilave ederken yüzündeki o hüzün sadece o an kayboluyor.