AHMET İNSEL
Bizi ezen
beyazlardan intikam alınmasını istiyordum. Mandela bana ‘Barışacağız, başka
çaremiz yok’ dedi. Ben de kabul
ettim.
‘İntikam
alacaktık, Mandela yasakladı’ Sparks Mlilwama Güney Afrika daki barışta umudu
da hüsranı da yaşamış.
Güney Afrika
hükümetinin davetlisi olarak, Democratic Progress Institute’ün düzenlediği
karşılaştırmalı araştırma ziyareti için altı gündür Güney Afrika’dayız.
Türkiyeli milletvekilleri, gazeteciler ve öğretim üyelerinden oluşan
heyetimizin yaptığı bir dizi önemli görüşmenin özetlerini, izlenimleri
eşliğinde Cengiz Çandar Radikal’de, Ali Bayramoğlu Yeni Şafak’ta, Mithat Sancar
Milliyet’te yazı dizileri olarak etraflı biçimde aktarıyor. Ben size Nelson
Mandela ve binlerce ANC militanının yıllarca hapis yattıkları Robben
Adası’ndaki müzeye dönüştürülmüş hapishaneyi bize gezdiren mihmandarımız Sparks
Mlilwama’dan biraz bahsedeceğim.
Sparks, 1982’de
17 yaşında Robben Adası’na hükümlü olarak gelmiş ve bu ada hapishanesinde sekiz
yıl, yani barış sürecinin ilk adımları atılana kadar kalmış. 5682 numaralı
hükümlü Sparks,
ANC’nin silahlı kanadının militanı imiş. Irk ayrımcısı hükümetin mahkemelerinde
terörist olarak hapis cezası almış. Kendisi silahlı sabotaj suçlusu olarak
hüküm giymiş. ANC militanı olarak yaptığı işin örgüte militan devşirmek
olduğunu söylüyor.
Mandela’nın
serbest bırakılmasını takiben, ırk ayrımcılığına son veren adımların atılması
ve buna bağlı olarak barış sürecinin başlamasıyla zor bir karar almak zorunda
kaldığını samimiyetle ifade ediyor. “Ben bizi ezen, bize zulmeden, bizim
onurumuzu ayaklar altına alan beyazlardan intikam almayı, alınmasını
istiyordum. Ama Mandela şahsen bana ‘Barışacağız, başka çaremiz yok; intikam
alırsak bütün Güney Afrika iç savaşa gidecek’ dedi. Bize intikam almayı
yasakladı ve ben de bunu kabul
ettim” diyor, yüzünden hiç eksik olmayan belli belirsiz bir hüzünle.
Heyetimizden birçok kişinin aynı anda sorduğu “Şimdi pişman mısın?” sorusuna,
“Hayır değilim. Başka yol yoktu ve Mandela intikamı yasaklamıştı” diyerek cevap
veriyor. Bu konuda ne büyük bir iç fırtınası yaşamış olduğunu, size bakarken
bile sanki ufka bakıyormuş hissi veren bakışları ve göğsü hizasında birbirine
kenetli tuttuğu elleri anlatıyor.
Irk
ayrumcılığına son verilmesinin ardından Sparks gibi bazı mahkûmlar, toplumsal
barışı desteklemek için Robben Adası’nda kalmayı tercih etmişler. Adada kalıp
burada yaşananların tanıklığını yapmaya, başkalarına anlatmaya hayatlarını
hasretmeye karar vermişler. Sparks, sırtında taşıdığı büyük bir yükün ağırlığı
altında ezilirmişçesine attığı yavaş adımlarla ilerlerken monoton ve yumuşak
bir sesle bu seçimin aynı zamanda kendisi için bir terapi işlevi gördüğünü de söylüyor.
Hapishane müzeye dönüştürüldüğünden beri adada yaşıyor. Bu göreli izole ve
yoksun yaşamın kendisi için zor olup olmadığını sorduğumuzda, yarı acı bir
gülümsemeyle verdiği yanıt “Hiç olmazsa bu adada güvenlik sorunu yok” oluyor.
Bugün Güney
Afrika, bir yandan Afrika’nın en demokratik, özgürlüklerin en güçlü biçimde
korunduğu ülkesi. Diğer yandan Cape Town hariç, kent sokaklarında güvenliğin en
az olduğu ülkelerden birisi de burası. Bir de kadınlara yönelik cinsel tacizin
en yüksek olduğu ülkelerden biri.
Sparks, sadece
birkaç yüz kişi yaşadığı için güvenlikli olan, Cape Town’ın 12 km. açığındaki
bir adada yaşadığı için göreli şanslı saymıyor herhalde kendini. Nüfusun %
40’ının işsiz olduğu, nüfusun % 10’unun –ki ezici çoğunluğu beyaz- zenginliğin %
80’ine sahip olmaya devam ettiği bir ülkede, müze mihmandarlığı gibi bir işi
olduğu için kendini şanslı sayıyor olması daha güçlü bir ihtimal. ANC’nin daha
üst düzey kadrolarının yirmi yıla yakın bir süredir iktidar olanaklarına sahip
oldukları, siyahlar arası gelir dağılımının da hızla arttığı düşünülürse, 17
yaşında hapse girmiş, 25 yaşında serbest kalmış, artık 48 yaşına gelmiş ve
hapis yattığı yerde şimdi mihmandarlık yapan Sparks Mlilwama, Güney Afrika’da
yaşanan büyük ve güzel dönüşümün tüm umut ve hüsranlarını, gurur ve hayal
kırıklıklarını özetliyor. Kendisiyle vedalaşırken, Sparks’a otuz yıl önce ne
için mücadeleye atıldığını soruyorum. “Her şeyden önce Afrikalıların onurlarını
kazanmak için” diyor ve bunu başardıklarını ilave ederken yüzündeki o hüzün
sadece o an kayboluyor.