YETVART
DANZİKYAN
Politika /
18/02/2013
Başbakan Erdoğan
Mardin’de kalabalığa seslendi ve dedi ki, “Devlet sizin kuzunuzdur..” Şöyle bir
etrafa bakayım
dedim. Devlet
gerçekten kuzumuz olabilir miydi?
Başbakan Erdoğan
önceki gün, Mardin’de halka hitap etti. Pek çok konuya değindi. Kadın cinayetlerini
kınadı,
Mardin’li
kadınların teröre karşı çıkmasını istedi, Mardin milletvekili Muammer Güler’e
destek verdi, (ki aynı Muammer Güler Dink ailesi avukatlarının yargılanmasını
istediği kamu görevlileri arasındadır) AKP’nin hizmetlerini
övdü, bölgedeki
kaçak elektrik kullanımından şikayetçi oldu ve konuşmasının tam burasında
muhtemelen devlet hizmetinin hor görülmemesini vurgulamak için “Devlet sizin
kuzunuzdur” dedi. Tam olarak şöyle dedi:
“Hani yine
Mardin’de söylenen söz var, ‘hiçbir koyun kendi kuzusunu çiğneyip geçmez’ öyle
mi? Devlet sizin bir yerde kuzunuz, devletin kurumların sizin kuzunuzdur, onlar
size hizmet için hizmetkarlık için vardır. Onları çiğneyip
geçmeyeceğinize,
hassas davranacağınıza inanıyor, sizlere güveniyorum.”
İlginç bir
yaklaşımdı. Fakat, Erdoğan’ın tam da kürsüden bu sözleri söylediği saatlerde,
İstanbul’da, Galatasaray Meydanı’nda, soğuk havaya aldırmadan toplanan kadınlar
vardı. Başka kadınlar. Cumartesi Anneleri. 412. kez
toplanıyorlardı,
aynı meydanda. Hepinizin bildiği gibi bilhassa 90’lı yıllarda devletin alıp
kaybettiği, işkence ederek öldürdüğü, bir yerlere gömdüğü çocuklarını, eşlerini
istiyorlardı, aynı devletten. Mezarını, kemiklerini istiyorlardı ve en
önemlisi: onları kaybedenlerin, işkence edip öldürenlerin hesap vermesini
istiyorlardı. Belki yine biliyorsunuz, Cumartesi Anneleri her hafta, simgesel
olarak bir kayıp için toplanıyor. Bu hafta da Rıdvan Karakoç için toplandılar.
Hepsinin
hikayesi önemli, hepsinin hikayesi yürek yakıcı, ama madem bu “kuzu” işi bu
haftaya denk geldi, biraz Rıdvan Karakoç’tan bahsedelim.
“Sicimle
boğmuşlar. Ayaklarından, ellerinden bağlandığı belliydi. Vücudunda yanık izleri
vardı. Naylon eritmişler göğsünde, sigara söndürmüşler. Dişlerinden ikisini
kırmışlar. Hayasından ayak parmağına kadar cereyan vermişler.
Elbiselerini
alamadık. Bir ayakkabısı, bir kemeri bile verilmedi bize.” (Ağabeyi Mehmet
anlatıyor, alıntı Berat Günçıkan’ın “Cumartesi Anneleri” kitabından)
90’lardaki o
cadı avında peşine düşmüştü devlet Rıdvan’ın. O tarihlerde araba tamirciliği
işiyle uğraşıyordu.
Gözaltılardan
birinde, biri, Karakoçların evini de bulaştırmıştı işe. O tarihten sonra
Rıdvan’ın peşine düştü polis. Evi izlediler. Rıdvan bir yerlerden her gün
telefon ediyordu annesine. Yerini söylemiyordu. Sonra bir gün, telefonlar
kesildi. Aramaya
başladılar. İstanbul’un bütün karakollarına, emniyet amirliklerine gittiler,
çalınmadık kapı bırakmadılar. Bir gün Rıdvan’ın kimsesizler mezarlığında
olduğunu öğrendiler. 26 gün morgda bekletilmiş, sonra gömülmüştü. Rıdvan
mezardan çıkarılarak Gazi Mahallesi mezarlığına gömüldü.
Aynı Hayrettin
Eren gibi, Düzgün Tekin gibi, Fehmi Tosun gibi, Ali Efeoğlu-Ayhan Efeoğlu,
gibi, Hasan Ocak gibi, İsmail Bahçeci gibi, onu da işkenceyle öldürenler de
hesap vermediler. Aramızda dolaşıyorlar hala.
Cumartesi günü
Hasan Ocak’ın ağabeyi Hüseyin Ocak tanıklığını paylaştı. Gözaltında kaybedilen
kardeşi Hasan’I ararken Beykoz Cumhuriyet Savcılığı’nda Rıdvan Karakoç’a ait
fotoğrafa ulaştıklarını ve Beykoz’da ormanlık bir alanda
bulunup,
Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’na gömülen bedeninin savcılık dahil, resmi
kurumlardan geçmiş olduğu gerçeğinin ortaya çıkmış olduğunu söyledi..
Ocak, “Beykoz
Cumhuriyet Savcılığı’nda bunun gibi bir çok dosya var , devletin kendi geçmişi
ile yüzleşip bu dosyaları açığa çıkarması gerekiyor” dedi. Açıkçası, kapsamlı
bir soruşturma için devletin elinin altında her türlü imkan var,
görüyoruz.
Bu hafta
Cumartesi Anneleri’nin konukları da vardı. Roboski’li aileler. Onların da
çocukları, eşleri, devletin bir operasyonuyla yok edilmişti. Daha 14 ay önce.
Bir yıldar fazla bir süredir onlar da bekliyorlar, sorumluların hesap
vermesini.
Hayır. Devlet havaya bakıyor. Hükümet havaya bakıyor. Hiç üzerlerine
alınmıyorlar. Sorumlular ellerini kollarını sallaya sallaya geziyor. Hala rapor
bekliyoruz mesela TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’ndan. Tam
geçen hafta
gelecekti, yine ertelendi. “Ne oluyor, niye açıklanmadı rapor?” diye sordular,
komisyon üyeleri, AKP’li başkan Ayhan Sefer Üstün’e. Yeni bir belge gelmiş, o
araştırılıyormuş. Ancak komisyon üyelerinin bu yeni gelen
belgeden haberi
yok. Bu da ayrı bir tuhaflık.
Bu da mı eskidi?
Kamuoyumuzun ve devletimizin –işine gelmeyen konularda- hafızası pek iyi
değildir zira. Peki o zaman geçen haftaya gidelim. 19 yaşındaki Şahin Öner’in
nasıl öldüğünü hatırlayalım. Geçen hafta Diyarbakır ’da
bir
gösteri
sırasında hayatını kaybetti Öner. Valilik ve yetkililer Öner’in el yapımı bir
bombayı polislere fırlatırken, bombanın patlaması sonucu öldüğünü söylediler. Yalan
söylediler. Çünkü Öner bir polis panzerinin altında can
vermişti.Görgü
tanıkları vardı. Üstelik cesedi, hiç de elinde bomba patlamış birinin cesedine
benzemiyordu. Devletin yalanı kısa sürede ortaya çıktı. Artık Öner’in polis
panzerinin altında kalarak can verdiği ortadadır. Üstelik olay
sonrası hastane
yerine –o halde- karakola götürüldüğü de ortadadır. Ama ne bir soruşturma var,
ne bir görevden alma .
Yetmezmiş gibi o açıklamaları yapan Vali, (yine geçtiğimiz cumartesi günü) bu
kez şu açıklamayı yaptı:
“Hiçbir şekilde
bir değerlendirme yazılı bir şekilde yapılmamıştır. O gün o manada yanlış
yargıların içerisine girenler mahcup olmasınlar. Hiçbirimiz mahcup olmayalım.
Evet olayın sıcaklığıyla orada bir meram ifade edildi. Bir açıklama
yapılmamıştır.
Düşünüldüğü şeklinde bir ifade kullanılmıştır. Kimse çarpıtmaya çalışmasın.”
Aman hiçbiriniz
mahcup olmayın. Vali mahcup olmasın, devletin resmi ajansı mahcup olmasın, o
açıklamayı alıp yayınlayanlar mahcup olmasın.. kimse mahcup olmasın. Bu çok
önemlidir çünkü. Devlet mahcup olmaz bu ülkede.
Basın da mahcup
olmaz. Birilerinin yüreği yanar belki. Yanabilir. Ama kimse mahcup olmasın. Ha
bir de, lütfen kardeşim, çarpıtmayın bu açıklamaları. Kimse çarpıtmasın..
Sormuştuk
yazının başlığında “Devlet kimin kuzusudur?” diye. Devlet bu ülkede belki de
birilerinin kuzusudur. Ne bileyim, belki otoriteye itaat edenlerin, iktidar her
kimdeyse ona yakın duranların, şunun bunun. Ama şunu biliyoruz:
bu ülkede devlet
birilerinin kuzusu değildir. Kurdudur.
