Wednesday, June 5, 2013

Bu çocukları polisle nasıl barıştıracaksınız?


05/06/2013|

Bu çocukları, bu çocukların arkadaşlarını, akrabalarını, analarını-babalarını polisle nasıl barıştıracaksınız?
Bu çocukları polisle nasıl barıştıracaksınız?

Ağabeyi sesini biraz toparladıktan sonra sordu: “En son yazdığı Facebook mesajlarını gördünüz mü?”
Gördüm dedim. “Lütfen kapınızı açık tutun” diye çağrı yapmış insanlara. “Hayır, onu demiyorum” dedi ağabeyi, “Biraz üstünde ne kadar yorgun olduğunu, yine sokağa çıkıp direnişe katkı sağlayacağını anlatıyor. Böyle bir çocuktu Abdullah. Neşe ve enerji kaynağımızdı. Bizi hep güldürürdü. Ben hâlâ inanmış değilim. Doğru olması mümkün gelmiyor.” Ama doğru. 22 yaşındaki Antakyalı Abdullah Cömert bir yandan açıköğretimde okuyor, bir yandan da bir şirkette güvenlik görevlisi olarak çalışıyordu. Bir de CHP Antakya Gençlik Kolları üyesi. Ağabeyine göre “Siyasetinden değil, oradaki arkadaşları sevdiği için katılmıştı”. İşçi anne-babanın 6 çocuğundan en küçüğü. Pazartesi gecesi saat 23.00 civarında kafasının arkasına biber gazı fişeği isabet etti. Düştü bayıldı. Hastaneye kaldırıldı. Kurtarılamadı. Cenazesi dün kalktı. Aile ne valiyi ne de emniyet müdürünü cenazede görmek istemişti. “Peki” dediler, “bi güvenlik lazım, polis istemiyorsunuz, o zaman jandarma gelir”.
Şöyle dedi aile: “Polis üniforması görmeyelim yeter.”

* * *

“Alo, sizi bir grup Anadolu Üniversitesi öğrencisi adına Eskişehir’den arıyorum. Bir arkadaşımızın başına gelenleri bilmelisiniz. Ve herkese anlatmalısınız.”

Maalesef bitti sandığımız, bitti diye övünülen hikâyelerin bir tür jeneriği. İçim sıkılarak dinledim: “Pazar gecesi Yunus Emre Caddesi üzerinde gezi direnişine destek için toplanmıştık. Polis geldi, kalabalığa aşırı sert müdahale etti. Dağıldık. Birkaç polisin Caner’i alıp götürdüğünü gördük. Sonra kaybettik izini. Saatler sonra bir hastanede baygın bulduk, avukatlar haber verdi. Caner’i bi köşede sağlam tartaklamışlar. Sonra 4 sivil gelmiş, bize bırakın demiş. Tam dövmüşler. Sonra bir hastaneye götürmüşler. Oradan başka 4 polis gelip Caner’i karga tulumba almışlar. Neden bilmiyoruz. İki saat arabayla dolaştırmışlar. Bazen bagaja koyarak! ‘Sen kaç para alıyosun bu işlere girmek için’ gibi şeyler demişler, kafasına vurmuşlar. Arkadaşımız hâlâ şoku atlatamadı. Her şeyi cumhuriyet savcılığına anlattı, şikâyetçi olduk.”

* * *

Gaz fişeği denk geldiği ya da korneası gazdan kimyasal olarak etkilendiği için görme yeteneğini yitirenlerin sayısı 10’u geçmişti dün öğle saatlerinde. Gazdan bayılan, kafa travması geçiren, ağzı burnu patlayanları saymıyoruz artık.

Şimdi soruyorum... Bu çocukları, bu çocukların arkadaşlarını, akrabalarını, analarını-babalarını polisle nasıl barıştıracaksınız? Nasıl diyeceksiniz ki polisin asıl görevi sizi korumaktır, devlet terörü yaratmak değil?.. Nasıl inandıracaksınız ki onlar vatandaşına düşman değildir, sadece işini yapıyordur filan... Bu soruların cevaplarını Allahaşkına polisin kendisi de bi düşünsün...

Dün akşamüstü vakitleri Cumhurbaşkanı’yla görüştükten sonra açıkladı BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder: “Polisin bu şiddet üslubunun değişmesi için Ankara’daki yetkililerin acilen bir şey yapması gerekiyor.”

Otoriterliğe, baskıya, aşağılanmaya, birbirine düşürmek için takılan lakaplara, etiketlere, daralan hayata ve yiten itiraz hakkımıza karşı başlamıştı Gezi direnişi. Son birkaç yıldır artan halkın üstündeki bu baskının birincil temas noktası polisti. Bütün o kibir, müdanasızlık ve kaba sabalık ikliminin vücuda gelmiş sopalı temsilcileri gibi halkın üstüne yürüyordu. 1 Mayıs’larda, üniversitelerde, Diyarbakır’da, İstanbul’da, Ankara’da, daha doğrusu üç-beş insanın ne zaman, nerede bir araya gelip “Pardon ama bu biraz olmadı” dediği her yerde yaptı bunu. En geniş çaplı performansını ise Gezi direnişinde gerçekleştirdi. Öyleyse bu eylemin onlarca ruh ve zihin kazanımlarının yanında bir kazanımı da polisin vatandaşla ilişkisini yasal müeyyidelerle düzenlemek olmalıdır. Talep edelim, takip edelim.