HALK AYAKTA PİYASALAR SALLANTIDA
- Komplo mu realite mi?
- HALK AYAKTA PİYASALAR SALLANTIDA
-
Türkiye, Brezilya gibi yükselen ekonomilerin halkı ayakta! Piyasalar
sallanıyor. Ne halkın ayaklanması tesadüf, ne de piyasaların sallanması.
Her iki durumun çok anlaşılır, çok somut ekonomik ve sosyolojik gerekçeleri var.
Halkın ayakta çünkü… Her iki ülke de küresel dünyada yükselirken
işledikleri günahların toplumda yarattığı birikimin öfkesiyle karşı
karşıya.
Piyasalar sallanıyor çünkü… Kapitalizmin merkezinde çıkan kriz
karşısında hayata geçirilen politikalarda makas değişiyor. Önceki
politikaların sefasını sürenlerin bu süreçte cefa çekmeleri kuvvetle
muhtemel!
Hükümetin en has sözcülerinden Yeni Şafak gazetesine göre ise olaylar tesadüf olmadığı gibi emperyalist bir komplodan ibaret.
Yeni Şafak gazetesinin Türkiye’nin ardından Brezilya ve Endonezya’da
halkın sokağa dökülmesine ilişkin tespiti ise bambaşka: Yıldız ülkeleri
karıştırıyorlar!
Halk hareketlerinin arkasındaki eli gösterdikten sonra ‘uyanın artık’
çağrısı yapan Yeni Şafak sokakların ardından piyasalar sallanınca da…
Atmış başlığı: Mesele başka hâlâ anlamadın mı?
Anlamamız gereken de şuymuş: Krizdeki Batı ülkeleri çareyi gelişen
ekonomilere kaçan sermayeyi geri getirmekte buldu. Medya desteğiyle
isyan provasının yapıldığı Türkiye, Endonezya ve Brezilya’da ‘doları ve
faizi yükselt, borsaları çökert’ formülü uygulamaya konuldu.
ALİ BABACAN’A SORUN ANLATSIN
Gezi Parkı’na polis müdahalesinin ardından patlak veren olayların
ardından piyasalar sallanınca benzeri bir çıkışa tanık olmuştuk:
“İstikrarlı ekonomiye zarar verdiniz, mutlu musunuz?”
Sokağa çıkan ‘çapulcular’ ekonomiyi kırmıyordu. Sadece kırılgan
ekonominin çatlağını biraz daha büyütüyordu. Çünkü çok güçlü olduğu
söylenen ekonominin çok kırılgan yanlarını vardı.
Döviz açığı yüksek!
Ekonomi ucuz dövize bağımlı.
Her büyük yatırım (3. Köprü, yeni havaalanı vs.) yeni büyük borçla yapılıyor.
Tüm bunların sonucun da Türkiye’ye kredi vermek için yarışan ülkeler
görüyordu ki… Krediler hep rant alanına yatırılıyor. Üretimle ilgili
büyük projeler ortada yok. Türkiye’nin kredi riski giderek artıyor.
Bu durumu zaten Başbakan Yardımcı Ali Babacan da itiraf ediyordu: Gezi’nin etkisi var ama düşük!
Gelelim yeni duruma. ABD Merkez Bankası (FED) tahvil alımını 2014’te sonlandıracağını açıkladı piyasalar sallandı.
Bu artık yeni bir makasa girildiğinin göstergesi… Faizlerin yükseleceği bir hatta girildiğinin işareti!
Kapitalizmin merkezinde kriz patlak verdiğinde şirketleri, piyasaları,
küresel ekonomiyi, kapitalizmi kurtarabilmek için… 2008 yılından sonra
sıfır faiz bol para dönemi başlatılmıştı. ‘Serbest piyasa’ kuralları
unutulmuş devletler kurtarma operasyonu başlatmıştı. Bütün merkez
bankaları piyasaya para akıtmıştı.
Sonuç: Reel piyasa yani üretim alanı çok az kıpırdarken… Dünya
ekonomisinin çarkları çok yavaş dönerken borsalar çok hızlı yükselmişti.
‘Bu bir balondur’ uyarılarına kulak asan yoktu.
Zenginler daha zengin olmuştu. Piyasalara boca edilen trilyon
dolarların çok az bir kısmı üretime, yatırıma giderken çoğu spekülatif
vurguna gitti. Sıfır faizin kaymağını yedikçe yedi.
Borsada da bazı malların fiyatlarında balonlar oluştu.
Ekonomiye piyasanın pembe gözlükleriyle bakanlar hariç hemen herkes… Bunun böyle gitmeyeceğini biliyordu…
Komplo değil realite. Yeni Şafak ve benzeri komplo üreticileri, nasıl
bir realite ile karşı karşıya olduğumuzu Babacan’a sorup öğrenebilir.
KAPİTALİST BİR İŞLEYİŞ!
ABD Merkez Bankası tahvil alımını 2014 ortasında tamamen bitireceğini
açıkladı. ABD’de faizler yükselecek. Elveda sıfır faiz dönemi!
Bu durumda dünya piyasalarında dolaşan paranın bir kısmı ABD’ye gider.
Bu durumda da… Dış kaynağa ihtiyacı olan Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin düşük faiz uygulamasını sürdürme imkânı kalmaz.
Faiz oranları değişecek. Para değerleri değişecek. Borsa endeksi
gerileyecek. Tüm bunlar faiz lobisi devreye girdiği için değil…
Uygulamaya konan kapitalist ekonomi politikasının sonucu olarak
yaşanacak.
NEDEN EN ÇOK TÜRKİYE'Yİ VURDU?
Önceki gün dünya piyasaları çalkalandı, gelişmekte olan ülkeler arasında en çok kaybı Türkiye yaşadı.
Neden acaba?
Basit bir kural: Krizin yansıması dış bağımlılık dereceleriyle ilişkilidir.
Ne kadar çok bağımlıysanız o kadar çok etkilenirsiniz. Büyüme ivmesini
dış kaynak girişlerine teslim edenler (cari açığı olanlar) para
kaçışlarından büyük oranda etkilenirler. Dış kaynak girişlerinin
beslediği bir büyüme süreci, kalıcı olamaz.
Türkiye, Korkut Boratav hocanın tanımıyla, ucuz döviz ucuz emek
üzerinden adeta Lâle devri yaşadı. Birinci Lâle Devri 2003-2007 yılları…
Türkiye, ülkeye giriş yapan 184 milyar dolarlık türlü-çeşitli yabancı
sermayenin yarattığı ortamın nemasını yedi. Dış kaynak girişleri, iç
talebin, özellikle tüketimin canlanmasını tetikledi ve Birinci Lâle
Devri boyunca yıllık ortalama yüzde 7.3’lük bir büyüme temposu
gerçekleşti.
2008-2009 yılları Birinci Lâle Devri’nin sonu oldu. Türkiye,
uluslararası krizden en ağır etkilenen çevre ekonomilerinden biri oldu.
Yüksek dış açık/dış borç tuzağının sonucu olarak.
İkinci Lâle Devri’nin başlangıcı (2010 ile 2011’in ilk yarısı)...
Krize karşı ABD ve AB’de bankalara astronomik likidite pompalandı;
merkez bankaları da sıfıra yakın faiz oranlarına geçtiler. Bu fonların
büyük bölümü, üretimi canlandıracak kredilere değil, finansal varlıklara
aktı. Metropol sermayesi çevre ekonomilerine döndü; giderek sıcak para
hareketleri canlandı. Türkiye de bu dönüşümden yararlandı.
Şimdi, Türkiye’nin daha da kırılgan bir ortamda girdiği İkinci Lâle Devri’nin de sonu geldi.
EMEKÇİYE ÇIKACAK FATURA!
Küresel piyasalardaki makas değişikliği Türkiye’yi çöküşe götürmeyecek. Ama bu etkilenmeyeceği anlamına gelmiyor.
Döviz fiyatlarındaki artış dış borcu olan banka ve özel sektörü
etkileyecek. Eskisine göre borç ve sıcak paranın maliyeti (daha çok faiz
ödenecek) artacak.
Hem şirketlerin etkilenmesinin hem de daha çok faiz ödenecek olmasının faturası emekçilerden çıkarılacak.
Bakmayın siz! “Türkiye’nin milli gelirine göre dış borcu ve bütçe açığı
düşük. Döviz rezervi yeterli” söylemlerine… Bunların hiç biri
emekçileri kurtarmaz.
Tasarruf oranı oldukça düşük olan bu ülkede bu işin maliyetini emekçiler ödeyecek.
Günlerdir sokağa dökülenlerin taleplerine sahip çıkmayan… Patronlarla
bir olup gazetelere, ekonominin gücünden bahseden ilanlar veren sendika
konfederasyonları bu gelişmeler karşısında da sessiz kalmaya devam mı
edecek?
Birileri mezardan geçerken ıslık çalacak! Hükümetin sözcüleri hedef saptıracak. Sendikalar da bunların imdadına mı koşacak?
EKONOMİK UYGULAMALAR FARKLI SONUÇ AYNI
Brezilya ekonomisinin dış bağımlılığı Türkiye ekonomisinden çok daha
az. Brezilya, 2000’li yıllardan bu yana hep cari işlem fazlası veriyor.
Zira IMF’ye borcunu 2000’lerin başında ödemiş… IMF’nin istikrar ve
kemer sıkma politikalarının dışında bir politikaya yönelmiş… Dış borç ve
dış açık sorunu olmayan… Sıcak paraya yüzde 2’lik vergi koymuş bir
ülke. Türkiye’de ise dış borç AKP iktidarı boyunca 3 kat artmış. IMF’ye
borç ortadan kalksa da devletin ve özel sektörün dış borcu katlandıkça
katlanmış bir ülke.
AB ile Gümrük Birliği, Türkiye’nin gümrük tarifeleri üzerindeki
özerkliğini büyük ölçüde tasfiye ederken… Brezilya bambaşka bir rota
izlemiştir. ABD ile ne ikili ne de çok taraflı bir serbest ticaret veya
gümrük birliği anlaşması yapmamıştır.
İki ülkenin ekonomik uygulamaları aynı sonucu doğurdu: Gelirin dağılımı adaletsizliğinde müthiş artış.
Gelir eşitsizliği liginin tepesindeki ülkeler: Meksika, G.Afrika, Türkiye ve Brezilya.
İÇ DİNAMİKLERİN SONUCU
Brezilya’nın Lula ile kurulan “sol iktidarı” Dilma ile sürüyor. Toplumsal gerilimler de aynı şekilde…
Lula döneminde emek-sermaye ve topraksızlar-kapitalist çiftçiler çelişkilerinin üzerine gidilmedi. Hâlâ gidilmiyor.
Kamu kaynaklarının önemli bir bölümü 15 milyon yoksul aileye nakit ödeme olarak kullanıldı.
Bu yoksul sayısını bir nebze azaltsa da… Bir rahatlama sağlasa da…
Bir yandan “malî disiplin; faiz-dışı bütçe fazlası hedefleri” bir
yandan da hızla yükseltilen sosyal harcamalar… Buna bir de özel sektöre
dönük kamu teşvikleri de eklenince…
İş sıkıştı.
Kaynaklar, kamu yatırımları kısılarak, yüksek oranda vergi alınarak sağlanıyor. Bu durum geniş halk yığınlarını boğuyor.
Brezilya’da yatırımlar bir hayli zayıf. Bu durumu aşmak için sermaye
çevreleri, Dilma hükümetine, sosyal harcamaları aşağı çekmesi, kamu
yatırımlarını artırması baskısı yapıyor.
Zaten boğulan emekçilerin buna tahammülü yok!
Sonuç: Türkiye’deki halk isyanı da Brezilya’daki de çok haklı iç dinamiklere dayanıyor.