Halk isyan ettiğinde hekimler de isyancı olur
-
Cem Terzi
-
Başbakan
TTB’yi baş provokatör ilan etti. Sağlık Bakanı, direnişçilere sağlık
hizmeti veren hekimleri, sağlık çalışanlarını hatta Tabip Odaları’nı
soruşturmayla tehdit etti.
Ortak argümanları; Sağlığa niye siyaset karıştırıyorlar!
Peki siyasetten bağımsız sağlık ve sağlıkçılık olur mu? Bu soruya yanıt arayalım.
Sağlıkçılar bu suçlamalar karşısında haklı olarak Hipokrat yeminini
referans alıyor: “… Irk, milliyet, dil, din, cinsiyet, siyasi görüş
farklılıklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin
vermeyeceğime…”
Ben ilk “ahh” diyen insanı referans alacağım.
Zira ilk hekim, ilk “ahh” diyen insanın yardımına koşan kişidir.
Biz, ontolojik olarak acı çekenin yardımına koşan bir mesleğiz. Halk
acı çekiyorsa tabii ki halkın yardımına koşacağız. Halk acılarından
isyan ediyorsa tabi ki isyancı olacağız. Bu meslek bize yalnızca yaralı
isyancıları tedavi etme görevini değil acı çeken halkın yanında isyancı
olma görevini de yükler.
“…Hastalıkların büyük çoğunluğu sosyoekonomik nedenlerden oluşur.
Kapitalist ideoloji ekonomik ve politik çevreden sorumluluğu almak için
hastalığı ve tedaviyi bireye hapseder. Böylelikle bireylerin ekonomik ve
politik çevrelerine isyan etmeleri baskı altına alınır. Tıbbın
ideolojisi toplumsal bir yanıt gerektiren toplumsal arızaları
bireyselleştirmektir…” (T. McKeown ). Tıbba yıllardır devlet müdahalesi
ile kapitalizmin bireyci ve liberal ideolojileri yerleştirilmeye
çalışılmaktadır: Sağlığın bireysel sorumluluk olarak algılatılması,
paran kadar sağlık hizmeti verilmesi vb. gibi söylemler bu ideolojinin
ürünüdür. Toplumsal faktörler hastalıkların etyolojisinden soyutlanmaya
çalışılmaktadır.
Tıbbın siyasetle ne işi var diyenlere verilecek en güzel yanıt:
Kapitalizm/Neoliberalizm öldüyor olmalıdır: Soğuk Savaşın bitmesinden
bu zamana kadar geçen 20 yıllık barış (!) döneminde, 20. yüzyıl boyunca
savaşlarda, iç savaşlarda ve hükümetlerin baskılarından dolayı can
verenlerden daha fazla insan -360 milyon- AÇLIKTAN VE TEDAVİ
EDİLEBİLECEK HASTALIKLARDAN öldü.
Yoksulluk değişmeden devam ediyor…
Resmi raporların istatistiklerine durumu doğrulamaktadır:
* 963 milyon insan kronik olarak beslenme yetersizliği içinde, 884 milyon insan temiz suya ulaşamıyor,
* 2.5 milyar insan temel çevre hijyeninden yoksun,
* 2 milyar insan temel ilaçlara ulaşamıyor,
* 924 milyon insanın yeterli barınma imkanı yok
* 1.6 milyar insan elektriğe sahip değil, 774 milyon yetişkin okuma yazma bilmiyor,
* 218 milyon çocuk işçi olarak çalışıyor.
Aşağı yukarı ölümlerin üçte biri, yılda 18 milyon, yoksullukla ilişkili
nedenlerden kaynaklanmaktadır ve bu ölümler daha iyi beslenme, temiz
içme suyu, ucuz rehidrasyon paketleri, aşılar, antibiyotikler ve diğer
ilaçlar ile önlenebilir niteliktedir.
Küresel yoksulların çoğunluğunu, siyahlar, kadınlar ve gençler
oluşturmaktadır ve doğal olarak aşırı yoksulluğun yıkıcı etkilerine de
en çok bu grup maruz kalmaktadır.
Beş yaşından küçük çocuklar, yoksullukla ilişkili nedenlerden
kaynaklanan ölümlerin yarısından fazlasını (yılda 9.2 milyon ölüm)
oluşturmaktadırlar
Yoksullar içinde kadınların oranının çok daha yüksek olduğu net biçimde saptanmıştır (Pogge, 2008).
Mann “AIDS bir virüsten çok toplumla ilgilidir” (J M Mann 1995) derken
de aynı şeyi söylüyordu. Çok iyi biliyoruz ki yoksul ülkelerde,
HIV/AIDS’in önlenmesi ve de tedavi edilmesi için gerekli adımlar, bu
ülkelerin kalkınma ve sağlık ihtiyaçlarını gidermek için gereken
adımlarla aynıdır. Afrika’nın HIV/AIDS mücadelesi, insanlara ücretsiz
su, ücretsiz elektrik, ücretsiz anti-retroviral ilaçlar, ücretsiz temel
eğitim sağl...anması, toprak reformu ve temel geçim desteği verilmesi
gibi gerçek sorunları çözmeye yönelik olmadıkça kazanılamayacaktır.
Gelişmiş ülkelerde, risk gruplarında HIV/AIDS’in önlenmesi ve tedavi
edilmesi için gerekli adımlar, bu insanların insanca yaşama ve sağlık
gereksinimlerini gidermek için gereken adımlarla aynıdır.
Küreselleşmenin pandemisi AIDS’i yenmek için merhamet değil, eşitlik
gerekmektedir.Bill Gates ve eşine ait bir vakfın 2-3 milyar ABD
Doları’nı HIV/AIDS mücadelesine ayırdığı bilinmektedir. Pek çoklarınca
büyük bir övgü ve hayranlıkla karşılanan bu yardımseverlik, aslında
dünyanın en varsıl insanının rasyonalize edilemeyecek kadar büyük
servetinin bir kısmını ‘hayırlı’ işler için kullanması şeklinde
görülmemelidir. Bill Gates’in... kişisel servetini edinmesini ve
sürdürmesini sağlayan küresel ekonomik sistem, HIV/AIDS mücadelesinde
başarı kazanılamamasına yol açmaktadır. Hayırseverlik/yardımseverlik,
yeryüzündeki akıl ve ahlak sınırlarını zorlayan büyüklükteki kişisel
servetleri, kamuoyu vicdanında meşrulaştırmanın bir aracı olarak
kullanılmaktadır. Dünya kamuoyuna bu ve benzeri kişisel girişimlerle
sonuç alınamayacak kadar büyük bir sorunla karşı karşıya olunduğu
gerçeği söylenmelidir.
Dünya kamuoyu, yukarıda anlatılmaya çalışılan boyutta bir felakete
karşı hayırsever/yardımsever temelli ve sivil toplum kuruluşları
aracılığı ile bir mücadele yürütülemeyeceğini anlamak zorundadır.
Bu tip yardımlar, kişiseldir, geçicidir, zayıf ve yoksulu bağımlı kılan
ortamı besler, varsıl ve güçlünün keyfine bağlıdır. Her zaman en doğru
şekilde kullanılmayabilir. Yardımsever örgütlenmeler eliyle yürütülen
HIV/AIDS mücadelesi, ortak sosyal, ekonomik, politik kararlığın ve kamu
çıkarının yerini alamaz. Sivil toplum kuruluşları, yardımsever
örgütlenmeler, HIV/AIDS mücadelesinde ancak, tamamlayıcı rol
oynayabilirler.
Afrika’nın yeryüzünden silinmemesi ve diğer kıtalar gibi olabilmesi
için yılda 3 milyar ABD Doları gerekmektedir. Bu miktarı kim/hangi hayır
kurumu karşılayabilir?
ABD’de kellik sorununu çözmek için yapılan yıllık harcama, Afrika’da bir yılda AIDS için harcanan paranın yarısı kadardır.
ABD’de kozmetik ürünler için yılda 8 milyar ABD Doları harcanmaktadır.
Bu rakam dünya nüfusunun tümünün temel eğitim görmesi için gereken
yıllık harcamadan yaklaşık 2 milyar ABD Doları daha fazladır.
Avrupa’da dondurma için yılda 11 milyar ABD Doları harcanmaktadır. Bu
rakam bütün dünyanın temiz su ve kanalizasyon gereksinimini karşılamak
için gereken yıllık harcamadan daha fazladır.
ABD ve Avrupa’da kedi-köpek gibi ev hayvanlarının mama harcamaları
yılda yaklaşık 17 milyar ABD Dolarıdır. Bu rakam, dünyada yaşayan
herkesin temel sağlık ve beslenme gereksinimleri için gereken yıllık ek
harcama tutarından yaklaşık 4 milyar dolar daha fazladır.
Kapitalizm ürettiği yoksulluk, sömürü ve yol açtığı savaşlar ile
sağlığın baş düşmanıdır. Yoksul ve varsıl ülkelerde temel sağlık
sorunları sürmekte hatta her geçen gün toplumsal ölçekte etkili yeni
sağlık sorunları eklenmektedir. Ekonomik büyümenin bir ülkenin
gelişmişliğine, gelişmiş olmanın da her zaman insani gelişmişliğe karşı
gelmediği açıkça görülmüştür. En varsıl ülke ABD’de 50 milyon insanın
hiçbir sağlık güvencesi yoktur.
Kapitalist ideoloji günümüzde modern kültürün merkezlerinden birini
insan vücudu, sağlık, tıp ve sağlık hizmeti olarak yapılandırmıştır.
Kapitalist toplumlarda sağlık ve tıp adeta yeni bir ahlak, seküler bir
din; toplumsal kontrolün yeni bir türü haline gelmiş durumdadır...
AKP Hükümeti’nin son zamanlardaki kürtaj, sezaryen, doğum kontrol
hapı, üç çocuk, alkol yasağı vs. atakları bir biyoiktidar kurma
çabasıdır. “…İnsan varoluşunun biyolojik boyutları üzerinden kurulan
modern iktidarlardan biri de biyoiktidardır. Biyoiktidarı egemenler
anatomo-politik (vücut halinde insanı hedefleyen politik stratejiler)ve
biyopolitik (tür halinde insana topluca yönelik politik stratejiler)
olarak kurgularlar…” (M.Foucault). Toplumda güç ve kaynakların
dağılımında tp bir hegemonik alan olarak kullanılmak istenmektedir.
19. yüzyılda kapitalizmin bilime yaptığı etkiden tıp da kendine düşeni
almış ve tıp bilimi toplumsal yerine biyomedikal perspektife
yönelmiştir. Günümüz tıbbına uzunca bir süredir biyomedikal perspektif
hakimdir. Kapitalizmin hegomonik projesinin bir parçası olan toplumun
kontrol altına alınması ile tıbbın biyomedikal perspektifinin egemen
kılınması yakın ilişki içindedir. Tıbbın biyomedikal perspektifi,
hastalıkları bireyin sorunu olarak ele alır ve çözümü/tedaviyi cerrahi
ya da farmakoterapi (ilaçla tedavi) olarak kurgular. Biyomedikal
paradigmada hastalıklar mekanik bir kaza/hasar gibi görülür ve olanaklı
olduğu ölçüde moleküler düzeyde nedenleri açıklanmaya çalışılır.
Hastalıkların toplumların sosyoekonomik durumları ile ilişkisi göz ardı
edilir. Bilimsel verilerin oluşturulmasının ve değerlendirilmesinin bir
toplumsal süreç olduğu göz ardı edilir.Hastalıklar bireylerin
vücutlarında ortaya çıktığı için toplumun herhangi bir sorumluluğu
olmadığı kabul edilir. Toplumsal faktörler hastalıkların etyolojisinden
soyutlanmaya çalışılmaktadır.
Durum bu kadar açık iken tıbbın siyasetle ne işi var diyenlere yanıtımız; İşimiz bu!
Biliniz ki, hekimlik mesleği seçimi, yalnızca bir kariyer tercihi
değildir. Bu mesleği seçerken ve uygularken hümanizm ve insana hizmet
etme güdüleri başat rol oynar. Tıp mesleğinin bu özelliği, hastalar ve
toplum için binlerce yıldır büyük olumluluklara yol açmıştır. Hekimlerin
meslekleri ile edindikleri insana hizmet etme ve hümanizm gibi
değerler, bir birey olarak kişisel çıkarları doğrultusunda hareket
etmelerine karşı güçlü bir denge oluşturmaktadır. Hekimlerin toplumsal
olarak şekillendirilmiş bir bilinçle karar verdikleri kabul
edilmektedir. Hekimlerin toplumsal eğitimleri birine, birinin ailesine
ya da toplumun kolektif yapısına zarar verecek bir tercih yaptıklarında
derin bir suçluluk duymalarına neden olmaktadır. Hekimlik ontolojik
olarak toplum çıkarına uygun davranmayı gerektirir. Bu nedenle, halk
isyan ettiğinde hekimler de isyancı olur…
evrensel.net -