Yildirim Turker
Üç ay dolmak
üzere. Çatışma ve ölüm yok. Geçen yılın bu mevsimindaki bağbozumu, yüzlerce
canı işaret ediyor. Kim bilir kaç gencin canı kurtuldu, Öcalan’ın Newroz
demecinden bu yana.
Kim olursak
olalım; hangi kan
bağı, inanç, siyasi yatkınlık, cinsiyet ile kendimizi adlandırırsak
adlandıralım, barış diye nice riskleri göze alarak çırpınan hepimizin istediği
bu değil miydi?
Önce bir
silahlar sussun, demiyor muydu her sözü alan? ‘Önce silahlar sussun da bir
konuşalım’ değil miydi, kimi katliamcı hocalar ve kökünü kazıyalımcı boz
adamlar dışında herkesin şiarı?
Şimdi, kadim
Ertürk Yöndem programlarının o tüyleri diken diken eden fon müziği eşliğinde memleketin
emperyalist oyunlarla haince bölünmekte olduğunu varsayan o kesimi bir yana
bırakalım. Onlar çocuklarının kanıyla zafer yazmak isteyen kirli düşçüler.
Barışın
gerçekleşmesi, kanın durması değildir.
Silahlar susunca
taraflar masaya oturur ve konuşurlar. Kalıcı bir barışın koşullarını müzakere
eder, evet, pazarlık yaparlar. Daha şimdiden; silahlar yeni susmuşken,
silahlılar henüz aramızdayken ‘böyle barış olmaz’ diye haykırmak neyin nesidir?
Bu sürecin AKP
tarafından iyi yönetilmediği aşikar. Üstüne titrememiz gereken bu sürecin
şeffaflık konusunda cidden sorunlu bir vitrini var.
Bu konuda
gereken uyarılarda bulunmaktan vazgeçmeyeceğiz elbet. Kimi kesimleri ürkütmemek
için her iki tarafın da kimi KODLU açıklamaları karşısında umutsuzluğa kapılıp
kirli alaycılığa, süreci toptan inkara kalkışmayalım.
Misak-ı Milli’yi
de, İslam şemsiyesini de, Çanakkale şehitliğinden parsel kapatmaları da, pek
matahmış gibi kanlı Cumhuriyet balosunda frak kiralamaları da sükunetle
karşılamak zorundayız. Elbette, ‘şunu bize bir açıklasan’ diyeceğiz. Elbette bu
kurulan dilin kaydını düşüp tartışacağız. Ama özellikle Kürt siyasi hareketini
hala ciddiye almayan, onu hala onun bunun gölgesi, şunun bunun kuklası gören
kirli dilinizle, “Biz” diye diye lütfeden taraf ağzıyla barış ihtimalini
geciktiriyorsunuz. Kürtlerin tarihe özne olmasını, ne aklınızın ne gönlünüzün kabul ediyor. Kürt dostu
olmaktan Kürtlerle eşit olmaya geçemiyorsunuz. Hazmedemiyorsunuz. Kürt siyasi
hareketi de ne öğrenecekse bizden öğrenmeli, diyorsunuz. 30 yılda on binlerce
evladını kaybetmiş bir geleneği hiçe sayıyor, satıcı ilan ediyorsunuz.
BDP, AKP ile
görüşüyor. Elbette görüşecek. Ya kimle görüşecekti? PKK, AKP ile anlaşıyor. İyi
ya. Ya kimle anlaşacaktı?
Savaşanlar,
barışır. Barışmaya karar verirler. Seyircilere de alkışlamak düşer. Seyircilik
konumundan memnunsanız, bari
alkışlayın. İnsanlar ölmüyor.
Bundan sonra
kimse birbirine terörist diye bağırmadan, fikir belirtenleri hapse tıkmadan,
dağlara kaçırmadan, öldürmeden oturup bu topraklarda insanlar birlikte nasıl
mutlu yaşarın koşullarını tartışacağız. Devleti de PKK’yi de denetleyeceğiz.
Gözümüz üstlerinde olacak. Ateşkesi ve barış sürecini tehlikeye atan tavırlar
karşısında uyanık olacağız.
Akil insanlara
gelince.
Onlar da bu
toprakların insanları. Onlar da ortak zaaflarımızla malul, ortak dilimizle
mücehhez. O seçkiye bakarak Barış ihtimalinden soğuyanlara, bu sözüm. Hepimiz,
akil olalım olmayalım, 30 yıldır süregiden bir savaşın inkarıyla, utancıyla,
acısıyla yaralanmış insanlarız. Gerçekten barış isteyene, barış yolunda söz
üretmeye talip olan kimseyi küçümsemek yakışmaz. O listeden beğendiğiniz isimler
için, halkı aydınlatacaklar, diye sevinin. Beğenmediğiniz insanlar için de,
halk onları aydınlatacak, diye sevinin. Sevinin yahu!
Barışmanın ilk
adımı ille de coşkulu bir sevinçle atılır.
YENİDEN EMEK SİNEMASI
Türkiyeli
sinemaseverlerin hemen her birinde mutlaka derin izler bırakmış bir mekândır.
İnsanı hayali bir geçmiş resminde ağırlar. Her şeyin daha hafif ve uçucu,
renklerin sepyayla hareli, insanların ille de hülyalı olduğu bir geçmiş
resmine. Perdenin iki yanındaki art nouveau meleklerden almıştır ilk adını:
Melek.
Emek, sinemadır.
Birçok sinema delisi için sinema denince akla gelendir.
1924 yılında
başlıyor serüveni. 1958 yılında Emekli Sandığı’nın mülkiyetine geçtiğinde adı
Emek oluyor.
Emek Sineması da
umursamaz otorite karşısında hep diken üstünde bir varoluş sürdürmüş
mekânlardandır.
Rant ve sadece
rant üstüne kurulu şehircilik serüvenimizde ikide bir üstüne hesaplar yapılır,
Beyoğlu’nun bu koskocaman adasında yapılabilecek kârlı yatırımlara engel olarak
görülür.
Mülkiyet bekçileri
gözünde beş paralık değeri yoktur. Oysa kapsadığı alan (onlar ‘işgal ettiği’
demeyi tercih eder) çok değerlidir. Orada büyük yatırımlarla büyük kazançlara
gebe ‘shopping mall’ler, yepyeni ticaret mabetleri açmak varken kazancıyla zar
zor ayakta durabilen bir sinemaya arka çıkmak elbette şımarıklık olarak
değerlendirilecektir.
Ben beni bildim
bileli her on yılda bir Emek Sineması’nın yıkılacağı haberiyle sarsılırız.
Sonra yenilenir, karşımızda yeni ses düzeni, değiştirilmiş koltuklarıyla
çıkıverir.
Emek
Sineması’yla sinemasever arasındaki ilişki, bu nedenle hep gerilimlidir.
Evet, artık 875
koltuklu sinemaların ayakta kalması çok güç.
Evet,
ultra-süper-mega ticaret merkezlerindeki 100-200 kişilik yatar koltuklu
sinemaların yanında hantal, loş ve uğultulu kaçıyor.
Ama Emek
Sineması, bu şehirde yaşayanların, bu şehirden geçenlerin, bu şehir hakkında
düş kuranların anılarında bambaşka bir yer tutar.
Ben, o
koltuklarda seyretmiş olduğum yüzlerce film arasında gezinerek yazıyorum
sözgelimi bu yazıyı. Orada seyretmiş olduğum Passolini’leri, Cassavetes’leri
dün gibi hatırlarım. Tarkovski’yle tanışmamın hangi koltuğunda gerçekleştiğini
de. “Andrei Rublev”i başka hangi sinemada aynı büyüyle seyredebilirdim?
“Dantelci Kız”
filminin sonunda ağlamaktan kalkıp da çıkamadığım sinema da Emek’tir.
Bütün
sevdiklerimle kol kola film seyretmişliğim vardır orada. Bütün sevdiklerimi
daha çok sevmiş olduğum bir yerdir.
Emek
Sineması’nın yok edilmesi bu şehirde büyümüş, bu şehirde yaşamış olanların
anılarına apaçık saldırıdır.
Demirören
kepazeliğiyle birlikte Belediye’nin Beyoğlu tasavvuru aşikar olmuştur. Açgözlü
ticaret erbabıyla masaya oturup şekillendirilecek, temizlenip ıslah edilecek
bir bataklık, onlara kalırsa Beyoğlu.
Bir örneğini de
Sulukele’nin ‘ıslahı’ projesinde gördüğümüz, kamu yararını tamamıyla kendi
faydacı rant anlayışına göre tanımlayan Belediyecilik, hayatımıza düşmandır.
Belediyelerin
temel görevlerinden biri, insanların ortak anılarını korumak ve sakınmak
olmalıdır.
Şehir, öncelikle
ortak anılardan oluşan bir bütündür.
Yılmadan,
bezmeden tekrar etmek zorundayız!
Hayatımızı,
geçmişimizi yağlı kâr bezleriyle silivermenin yollarını arayanlar.
Emek
Sineması’ndan elinizi çekin!
Bu şehirdeki
geçmişi silinebilir bulunan, Belediye’nin umursamadıkları, bir araya gelmek
zorundayız.
Bundan başka
Emek Sineması yok.
OSMANLI’DA SÜRYANİ YAŞAMI
24 NİSAN ERMENİ
VE SÜRYANİ SOYKIRIMINI ANMA ETKİNLİKLERİMİZ ÇERÇEVESİNDE
1915 ÖNCESİ OSMANLI’DA SÜRYANİ YAŞAMI SERGİMİZİ AÇIYORUZ
Süryani dilinde
“Seyfo” olara anılan 1915-16 soykırım sürecinde yıkıma uğrayan Osmanlı
topraklarının en eski, yerli Hıristiyan halklardan Süryanilerin yaşamından
kesitler sunan sergimiz yarın, 25 Nisan Perşembe saat 19.00’da açılıyor.
Basın
mensuplarını ve tüm soykırım karşıtlarını sergimizin açılışına bekliyoruz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ
İSTANBUL ŞUBESİ
IRKÇILIK VE AYRIMCILIĞA KARŞI KOMİSYON
TARİH : 25 Nisan 2013, Perşembe
SAAT : 19:00
YER : İNSAN HAKLARI DERNEĞİ
İSTANBUL ŞUBESİ
TOPLANTI SALONU